Bu kadar da olur mu’ demeyin daha fazlası olur
Yaşananları izah etmekte zorlandığımız anlarda bazen “Bu kadar da olur mu” diye hayıflanıyoruz, bazen de bu hali “derin güçler”e havale ederek bir bakıma çaresizliğin fotoğrafını çizmeye çalışıyoruz. Zira yakın tarihimiz bize, izahı yapılamayan bütün kirli ve karanlık ilişkilerin arkasında derin devletin olduğu şeklinde dipsiz bir miras bıraktı.
Malum özellikle 1980’li yıllardan itibaren “derin devlet” kavramı siyasi tarihimizde yaygın bir kullanıma sahip. Siyasi cinayetler, faili meçhuller, Güneydoğu’da ansızın evlerinden alınıp götürülen ve bir daha geri dönmeyen, ya da kimsesizler mezarlığında ortaya çıkan insanlar hep derin devletin hanesine yazılmıştır.
Doğrusu bugüne kadar “derin devlet”in kim olduğu, ya da nasıl bir şey olduğu somut olarak tarif edilemedi. Ancak bir türlü ete-kemiğe büründürülemeyen o yapı her dönemde hükmünü icra etmeye devam etti. Eğer birileri bir yerde hiçbir yasal sınır tanımadan cürüm işleyebiliyorsa, orada devlete rağmen bir güç var demektir. Herhalde “derin devlet” denen yapı böyle bir şey olsa gerek...
Her neyse, gerçekten bir “derin devlet” var mı, yoksa biz mi zihnimizde böyle bir güç yarattık bilemiyoruz. Ama bildiğimiz bir gerçek var ki, dün olduğu gibi bugün de memlekette iyi şeyler olmuyor.
Hatırlanacağı gibi Van Çatak’ta, 11 Eylül’de gözaltına alındıktan iki gün sonra hastanede ortaya çıkan ve helikopterden atıldıkları iddia edilen Osman Şiban ve Servet Turgut için
valilik, “kayalık alanda ‘dur’ ihtarına uymayarak, kaçarken düştüğü” açıklamasını yaptı. Ve her zaman olduğu gibi bir kısacık açıklama ile konu aniden kapandı. Savcılık, bir soruşturma yürütüyor ancak İçişleri Bakan Yardımcısının açıklaması biraz garip: “Açıklama yaptık ya… Terör örgütünün dümen suyuna girenler…’ Yazıklar olsun…”
Hafızalarımızı tazelediğimizde, geçmişte de benzer acılı hikayelerle karşılaşıyoruz. T24’ten Gökçer Tahincioğlu
Bianet’ten Evrim Kepenek’in haberine dayanarak Berfin Ertürk’ün ağzından şöyle bir olay anlatıyor: “Jandarma ekiplerinin araştırması sonucu Cudi Dağı’ndan atılan kütlenin battaniyeye sarılı bir erkek cesedi olduğu ve kimlik bilgisine göre, bu kişinin Mehmet Ertürk olduğu anlaşılıyor. Savcılık tutanağında, ‘Yer gösterirken ayağı düştü’ cümlesi yer alıyor. Tam 31 yıl sonra benzer haberler okuyorum. İçim acıyor. 17 yaşındayken babamı gömen imamı buldum. İddiaları anlattım. Cesedi hatırlayıp hatırlamadığını sordum. ‘Helikopterden atılmış’ dedi, cesedi bana kırılan bir cam bardağın tüm parçaları gibi bir cenaze olarak anlattı. Tüm kemikleri kırıkmış. Van’da helikopterden atılan Osman Şiban ve Servet Turgut’un haberlerini okuyunca yine o günler aklıma geldi. Hiç mi değişiklik olmaz bir ülkede?”
Maalesef devlet yönetiminde adalet ve hakkaniyet duygusu kaybolunca yapılan hukuksuzlukların ve yürek yakan acıların tarifini yapmak ad imkansız hale geliyor. Daha geçtiğimiz hafta
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin forsunu taşıyan kırmızı plakalı bir araçla, o aracın parasını veren milletin mensuplarından birinin üzerine sürmek gibi bir vahamet karşısında “Acaba bu hoyratlıkların sonu gelir mi” diye hayıflanmaktan başka bir şey gelmiyor elimizden...
Umarız bir gün bu ülkede de, hepimizin ihtiyacı olan “hukuk devleti” hakim olur ve bir kader gibi peşimizi bırakmayan karanlık filmler seyretmekten kurtuluruz...