TFF, kulüplere sonsuz kredi açtı, anladık da... Nerede kaldı UEFA-Kopenhag kriterleri?

Mauro Icardi! Lucas Torreira, Dries Mertens, Sergio Oliveira, Haris Seferovic, Leo Dubois, Fredrik Midtsjö, Yusuf Demir, Mathias Ross, Milot Rashica, Abdülkerim Bardakçı, Kazımcan Karataş…

Bunlar, G.Saray’ın kaşla göz arasında bir transfer döneminde Türkiye’ye getirdiği veya transfer ettiği oyuncular.

En az buna yakın oyuncu alan Trabzonspor, F.Bahçe, Başakşehir, Beşiktaş gibi takımlarla amansız bir rekabetin misillemesi sanki…

***

Gelenler çok kıymetli elbet. Hele de bazıları, gerçek dünya yıldızı… Türkiye liglerinde olmalarından ve izleme fırsatı bulacağımızdan en çok memnun olacaklardan biriyiz…

Ancak bazıları çok yaşlı be… Çok büyük gürültüyle, şenlikle, şölenle gelip de, sessiz sedasız, hatta kaçarak ayrılan, kovarak gönderilen, kanlı bıçaklı olunan, büyük tazminatlar ödenen nice isimler de biliyoruz… Son örnek de Falcao olmuştu…

Sayısız generalli bir sezona hazırlanıyoruz anlaşılan. Bir de bütün askerleri gönderip bu kadar general alarak savaş kazanılır mı, teknik adamların ve uzmanların takdirine bırakıyoruz…

***

Peki ya gidenler, ya da gitmek zorunda kalacaklar?… Mesela Emre Kılınç, Taylan Antalyalı, Oğulcan Çağlayan ve Emre Akbaba… Onlar da yıldızdı, gezegen değildi…

Büyük ümitlerle, hem de ligin karmasına girdikleri ve çok başarılı oldukları kulüplerinden sökülüp alınmadı mı?…

G. Saray’da parlayacak, Avrupa’nın ünlü takımlarına gönderilecekti… Ama olmadı.. Yabancıların gördükleri fırsatları ve güveni hiç bir zaman bulamadılar, harcanıp gittiler…

***

Peki ya G. Saray efsanesi Fatih Terim’in, Geçmişe değil, geleceğe yatırım yapacağız” dediği ve yaklaşık 60 milyon dolara malolan ağırlıklı gençler ne olacak?

Gerçekten çok büyük risk… Umarım Dursun Özbek yönetiminin istediği ve büyük coşku yaşayan G.Saray taraftarının gönlüne göre olur…

Okan Hoca ile her futbolcu başarılı olur, G. Saray’ı, başarıya taşır…

***

Keşke her futbolcu yeniden pik yapsın ve yeniden kendi milli takımının kadrosunun değişmezi olsun…

Zararları katlandıkça katlanan, borçları dağları aşan hiç bir kulübümüz, yine hayal kırıklığı yaşamaz, getirdiklerini ligin sonunu görmeden göndermek ve tazminatlar ödemek zorunda kalmaz…

Türkiye liginin ve kulüplerinin cazibesi artar, temennimiz bu… İnşallah böyle olur…

***

Ya Türk gençlerinin önü kesilmeye devam ederse ne olacak?..

Onlar kadar yıldız olmasını ümitle beklediğimiz Kerem Aktürkoğlu, Yunuz Akgün, Yusuf Demir, Emin Bayram, Kazımcan Karataş gibi…

Yoksa TFF’de kulüplere sonsuz kredi açıldı anlaşılan. Ancak UEFA Kriterleri, Kopenhag kriterleri ne oldu, doğrusu merak ediyoruz…

BU KUŞAĞI ANLAMALI!..

Kovid -19 süreci, aslında futbol için iyi bir rehabilitasyon dönemi oldu.. Taraftarlar maçlara gidemedi, öğrenciler uzaktan eğitim gördü, insanlar evine kapandı, dışarıya çıkamadı, herkes kendini kurtarma derdine düştü, derken hiç bir olay olmadı…

Seyirci maçlara gidemeyince kimse kimseye zarar veremedi, takımı kazanırken de kaybederken de sevinci ve üzüntüyü kendi içinde yaşadı…

***

Şampiyonluğu evinde kutladı, küme düşenler gözyaşlarını içine attı, galibiyetlerde de mağlubiyetlerde de verilen tepkiler evin dışına taşmadı… Hakemler, hayatlarının en rahat günlerini yaşadı…

Hiç biri olumsuz tezahürata muhatap olmadı, olduysa da duymadı… Deplasman takımları, hele de Dört Büyükler’e deplasmana çıkanlar stressiz, baskısız bir futbol oynadı..

Belki de tarihte en çok puan topladıkları bir dönem oldu…

***

Yani sahaları kapattık, futbolu-sporu çok rahat yönettik, okulları kapattık, Milli Eğitim’i harika idare ettik…

Ülkece rahat ettik, milletçe huzur bulduk.. Çünkü korkumuz vardı, hayat-memat mücadelesi yani fobiler ağır basmış, hobiler ikinci planda kalmıştı…

Pandeminin normalleşmeye başlamasıyla, statlar seyirciye, mekanlar taraftara açılınca eski dertler geri gelmeye başladı…

***

Maçlar maç gibi oynanmaya, futboldun seyir zevki yükselmeye, sahalar ve salonlar şenlenmeye başlandı… Aslında da çok iyi oldu, özlemiştik bu günleri… Olması gereken de buydu..

Olağanüstü şartlar ortadan kalkınca normale dönüş, rahat bir nefes aldırmıştı…

Yaklaşık 2 yıl kavgadan gürültüden uzak kalan taraftar da, bir taraftan daha bir centilmen oldu. Belki kavgayı unutmuş, reflekslerini kaybetmişti…

Geçtiğimiz sezonu da nispeten sakin geçirdik. Çok az vakayla, neredeyse olaysız bir yıl geçirdik…

***

Şimdi ise yeni bir sezon başladı… Ancak en çok da uçan tekmeyi konuştuğumuz bir hafta yaşadık…

Çünkü diğer taraftan da Pandemi sürecinin stresini biriktiren, dışarı çıkıp deşarj olamayan gençleri, moda deyimiyle “z kuşağı” sinirlerini kontrol edemeyebiliyor…

Evet Milli Eğitim Bakanlığı, uzaktan eğitimle öğretim görevini yaptı ama eğitim kısmı yarım kaldı… Bütün yük ailelerin sırtına bindi…

***

Halbuki aynı sendromu yaşayan ana babanın da ciddi bir desteğe ihtiyacı vardı. Çocuklarına ne kadar katkı sağlayabilirlerdi ki?..

Tabii ki daha sağlıklı analizleri, teşhis ve tedavileri psikolog-pedagoglar yapacak ama bu gençleri anlamanın şart olduğunu görebiliyoruz…

TFF, Kulüpler Birliği, tek tek kulüpler, Emniyet-polis, üniversiteler, özellikle de uzman hocalarımız bir program hazırlamalı ve taraftarı analiz etmeli…

***

Önce anlamalı, sonra da eğitmeli ve yönetmeli, nihayetinde sahaya sürmeli… Zor bir süreç belki ama inanın imkansız değil…

Zaten bundan sonra değişen şartlar, işsizlik, ekonomik sıkıntılar, okul-yurt-ev kirası sorunları, siyasi kavgalar, sportif rekabet, özellikle de hakemlerden kaynaklı haksızlıklar, gençleri olumsuz etkilemeye devam edecek…

Bunun tedbirlerini almak, çözümlerini üretmek ve gençlerimizin hizmetine sokmak da devletimizin ilgili bakanlıkları ve kurumlarının işi…

***

Sporda asayişi sağlamak, pedagojik-psikolojik operasyonları yapmak, fair play eğitimleri vermek de TFF, Kulüpler Birliği, bütün kulüplerin görevi…

Özellikle de adaleti sağlayacak ve kalıcı kılacak bir mekanizmayı hakim kılmak da…

Bu gençliği anlamalı, eğitmeli, yönetmeli, sorunlarını çözmek kazanmak gerek, yoksa…

BERLİN'DE EVİMİZDE KAZANMALIYIZ

Basketbol Milli Takımı’mızın esrarengiz Gürcistan mağlubiyetinin tartışması hala sürüyor.

Tabii ki bu ülkeye yenilmenin mazereti olmaz, bu bir gerçek Dünya ve Avrupa ikincisi Türkiye, her türlü şartta ezip geçmeliydi Gürcistan’ı… Normal bir Milli Takım bile bunu başarabilirdi…

Ancak son yıllarda kötü bir dönem geçiren 12 Dev Adam, zayıf rakiplere karşı bile sıkıntılar yaşıyor…

***

Bu sebepledir ki Avrupa’nın, dünyanın en başarılı hocalarından biri, Ergin Ataman göreve getirildi…

Hocanın tabii ki zamana ve kesin bir desteğe, özellikle de genç oyuncularımızın özgüvene ve morale ihtiyacı var…Bunu fazlasıyla sağlamalıyız…

Gürcistan maçını belki kaybettik ama hırsımızı geri kazandık. Belçika galibiyetinde de bunu gördük…İspanya maçındaki mücadele ruhunu da önemsemek gerekiyor…

***

Bu yüzden de yarınki Fransa maçı dönüm noktası… Turnuvanın favorilerinden Fransa’yla evimizde oynayacağız…

Her ne kadar Berlin’deki maçı, sabahın erken saatine alsalar da Türkler, salonu hınca hınç doldurup Milli Takım’ımıza büyük destek verecektir.

***

Ne diyor Ergin Hoca:

“ Grup 2’ncisi olarak gittiğimiz Berlin’de oynayacağımız Fransa maçının saati değiştirilerek öğlen 12’ye alınması, bizlere karşı yapılan büyük bir saygısızlık. Amaç Türk seyircilerinin Berlin’de salonu doldurmalarına engel olmak.

Berlin, bizim şehirlerimizden, Türk şehirlerinden biri. Orada yaşayan 3-4 milyon Türk insanı var. Hazır olacaklardır.

Onlara şimdiden bilet almaları için çağrıda bulunuyorum. Berlin’de ev sahibi olacağız.”

Başarılar gençler, gününüz galibiyet, yolunuz final olsun…

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum