Su akar yatağını bulur
Ortadoğu’da çölün kavurduğu alınlar, bir miktar başka vahaların nemli rüzgârlarını arar; sonra tekrar toprağa secde eder, güneşin ve ayın terkibinde bir yerde kucaklaşırlar.
TSK, terörün her türlüsünü Ortadoğu’nun kadim ikliminden tamamen silmek için bir harekât gerçekleştirdi. Emperyalizmin güncel versiyonu, terörü araç olarak kullanıp bölge halklarını birbirine düşman etmek ve sonra da keyfince yönetmek için bıkmayan bir ikiyüzlülük içinde.
İki büyük dünya savaşı ile doksan milyon insanın ölümüne, bir o kadarının hayatının kararmasına sebep olan çağdaş medeniyet, tek dişini de deşifre etmemize rağmen kendi coğrafyasında bir büyük birlik tesisine ama dünyanın geri kalanında da nefret ve kin tohumları saçmağa devam ediyor.
İlk denemesi Ortadoğu’nun bir su savaşına sahne olmasını temin etmeğe çalışmaktı. Bunu, Ortadoğu idraki, savaşın ancak petrolden çıkabileceği, suyun ise ateşi söndürme yetisinde olduğu şuuruyla bertaraf etti.
Ama bu coğrafyayı kendine oyun alanı seçen İngiliz Yahudi aklı durmadı. DAEŞ’ten, PKK’ya, birtakım şuursuz Arap yönetimlerinden dünyevi çıkarlarını mezhep örtüsüyle perdeleyen aklıevvellere kadar her türlü figüranı kullandı ve fitne fücur senaryolarına devam etti.
1995 yılında Adel Darwish ile John Bullock adında iki yazar, Su Savaşları adında bir kitap kaleme aldılar. Bu kitaba göre dünya yüzünde su meselesi etrafında birkaç çatışma bölgeleri vardı ve bunların en başında Fırat ve Dicle Havzası geliyordu. Türkiye güneyden komşuları tarafından sıkıştırılacak ve iki buçuk savaş stratejisi ile dize getirilecekti. Irak ve Suriye, Türkiye’yi su konusunda çatışmaya varacak derecede zorlayacaklardı. İsrail su kıtı çeken ülkelerin başında geliyordu ve bu ülke Yarmuk sularına el koymak ve böylece Suriye’yi Türkiye’ye karşı kışkırtmak durumundaydı. Türkiye de Fırat sularını Suriye’ye bırakacaktı.
Türkiye’nin güney komşuları ile Fırat ve Dicle suları nedeniyle bir kriz yaşadığı doğruydu ama bunun su savaşlarına neden olabilecek boyuta gelebilmesi şüphesiz küresel güçlerin provokasyonu ile ancak mümkün olabilirdi.
1997 yılında ben de Su Barışı adındaki kitabımı yazdım. Öyle ya Su Savaşları geçen asrın petrol savaşları izinden yüründüğü takdirde gündeme getirilebilecek bir konuydu ve petrol, yangını körükleyen bir maddeydi. Gerçekten de petrolden dolayı bölge büyük savaşlarla yıkılmış, handiyse medeniyeti çökmüştü. Petrol yüzünden küresel güçler birbirine girmiş o büyük dünya savaşlarından sonra yeni devletçikler bu sorun etrafında teşkil olunmuştu. Petrol yangın çıkarırdı ama su niye çıkarsın? Su, yakıcı değil bilakis yangını söndüren bir maddeydi.
H H H
Su savaşları potansiyeli yok mu o halde?
Elbette var. Fakat su kıtı ülkeler eğer kıt su yönetimi ilminden haberdar olurlarsa ve su etrafında bir bölgesel birlik inşa edilebilirse neden barış olmasın:
İşte Su Barışı, Türkiye ile Ortadoğu ülkelerinin su politikalarını masaya yatırdığı gibi bu politikaların evrilmesiyle bir bölge barışı inşa etmenin planlarını ortaya koyuyordu.
Fakat beklenen barış, en çok ihtiyaç duyulan yerde, Ortadoğu’da ne yazık ki layık-ı veçhile bir türlü hayat bulamadı.
Ülkeler su forumlarında bir araya geldiler. Türkiye komşularıyla sudan bir savaş çıkarmamak üzere başta tarımsal konularda olmak üzere bir dizi toplantılar gerçekleştirdi.
Özal zamanında Türkiye, güney komşularına su bırakmayı taahhüt eden bir dizi anlaşmalar gerçekleştirdi.
Böylece iki buçuk savaş stratejisi hayatiyet bulamadı.
Geçen zaman içinde Büyük Ortadoğu Projesi devreye sokuldu.
Bugünkü bütün sancılar, işte o şeytansı planın ardıl senaryolarının sebep olduğu sancılardır.
Türkiye bunu boşa çıkarma yetisinde midir?
Bir dahaki yazıda buna değineceğiz.