Türkiye’nin en büyük yalanı: İhracatla kalkınma…
Türkiye’nin dış ticareti en son 1946 yılında fazla vermiş. O yıl 214,6 milyon dolar ihracat yapmış ülkemiz; 118,9 milyon dolar da ithalat. Yani 95,7 milyon dolar ticaret fazlası vermişiz.
Ne demek dış ticaret fazlası vermek? Sattığımız mallarla elde ettiğimiz gelirin aldıklarımızdan fazla olması demek.
1946’da, savaş sebebiyle elde ettiğimiz bu ticaret fazlası, dediğim gibi bizim için son olmuş. Ondan sonra dış ticaretimiz hep açık veriyor; hem de devasa açıklar. Yani yurt dışından aldıklarımıza verdiğimiz para sattıklarımızdan elde ettiğimizden daha fazla.
Bu aradaki farkı kapatmak için çeşitli döviz kazandırıcı faaliyetlerimiz var; bunların başında elbette turizm geliyor.
Ama bize hiçbir zaman o gelirler de yetmiyor, o yüzden cari işlemler hesabımız sürekli açık veriyor; kısacası cari açık veriyoruz.
Peki bu açığı nasıl kapatıyoruz? Yurt dışından borç alarak.
Hatırlayalım, Yeni Ekonomik Model (YEM) neydi? TL’nin değeri düşecek, “rekabetçi kur” olacak; bu sayede ihracat artacak, ithalat azalacak; o sayede cari fazla vereceğiz ve zenginleşeceğiz…
Bu model ilan edildiğinde ben dahil pek çok kişi itiraz etti, modelin tek sonucunun vatandaşı fakirleştirmek olacağı söylendi. Ciddi iktisatçıların tamamı, “Kuru düşük tutarak ihracat arttırılmaz” dedi.
Şimdi elimizde 2021 yılına ait verilerin neredeyse tamamı var. Sonuçlar çok çarpıcı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun her ay açıkladığı endekslerden biri, ihracat ve ithalatın birim değerlerine bakan endeks.
Birim dediğiniz kilo yani. Yaptığımız ihracatın kilo cinsinden ağırlığını ölçüyoruz ve endeksliyoruz. Bakın mesela 2020 yılında ihracat miktarlarımız çok oynamış ama yıl boyunca endeksin aldığı değerleri topladığımda 1430,7 rakamını buluyorum. 2020 için endeksin ortalama değeri 119,2 oluyor.
2021’de aynı işlemi yaptığımda toplam değer 1798,8’e yükseliyor; aylık ortalama ise 149,9.
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: 2020 yılında eğer ihracatımız 100 kiloyduysa, 2021’de bunu 125,7 kiloya çıkarttık.
Peki bu iyi haber mi? Gelin bir de bu artışın mali karşılığına bakalım:
2020 kötü bir yıldı; neredeyse bütün yıl boyunca endeks değeri 100’ün altında kalmış. Endeksin 2015 yılını 100 kabul ettiğini hatırlayacak olursak, 2020’de hep 2015’in altında gittiğimizi görürüz. Yıl boyunca toplam endeks değeri 1127,9 olmuş; aylık ortalama 94. Buna karşılık 2021 yılında ihracatımızın değeri artmış, yıllık endeks toplamı 1237,1 olmuş; aylık ortalama 103,1. İki yıl arasındaki değeri artışı yüzde 9,7.
Özetleyelim: İhraç ettiğimiz malların miktarı 100 birimden 125,7 birime çıkmış; bu mallara karşılık aldığımız para 100 birimden 109,7 birime yükselmiş.
Daha fazla şey üretmişiz, daha az para almışız. Bir başka deyişle, ürettiğimiz malların değeri düşmüş.
Gelin bir ithalata bakalım aynı şekilde. 2020 yılında ithalatımızın miktarını ölçen endeksin toplamı 1301 olmuş. Aylık ortalama 108,4. Buna karşılık 2021’de endeks toplamı 1310,2 olmuş; aylık ortalama 109,2 seviyesinde. Fark yüzde 0,7. Yani 2020’de 100 birim ithalat yapmışız; 2021’de bu 100,7’ye yükselmiş.
Miktarlar böyle, paralar nasıl? 2020 yılında endeks toplamı 1132,1 olmuş; aylık ortalaması 94,3. Yani 2015 yılına göre ithalatımıza daha az para harcamışız. 2021 yılında ise işler terse dönmüş; yıllık endeks toplamı 1395,5 olmuş; aylık ortalaması 116,3. İki yıl arasındaki fark yüzde 23,3 seviyesinde.
Bir toparlama yapalım: 2021 yılında ithal ettiğimiz malların miktarı, 2020 yılına göre mütevazı bir miktarda artmış; 100 kilodan 100,7’ye yükselmiş. Buna karşılık 2020’de ithalat için harcadığımız para 100 birimden, 2021 yılında 123,3 birime yükselmiş.
Yani daha az miktarda şeyi daha pahalıya almışız.
Tercümesi şu: Yükte ağır ama pahada hafif mallar satıyor; yükte hafif ama pahada ağır malları da alıyoruz.
Bu paradigmayı değiştirmedikçe paramızın değerini ne kadar düşürürsek düşürelim, ne ticaret fazlası verebiliriz ne cari açığı ortadan kaldırabiliriz ne de kur istikrarını sağlayabiliriz.
Kısa vadede belki doların fiyatını belli bir aralıkta tutabilsiniz ama orta vadede doların fiyatı her zaman enflasyondan daha hızlı artar; bunu da parasını dolara çevirip bankaya koyan herkes gayet iyi bilir zaten.
“İhracata dayalı kalkınma zenginleşme” güzel bir slogan olmakla birlikte Türkiye’de bize söylenen ve bizim de hiç sorgulamadan inandığımız yalanların başında gelir.
“İhracata dayalı kalkınma ve zenginleşme” hiç mi mümkün değildir? Hayır, elbette mümkündür. Dünyada bunu yaparak kalkınan, zenginleşen ülkeler var. Ama biz onlardan biri değiliz.
Bu paradigmayı değiştirmenin yolu faiz düşürme fantezileriyle TL’nin değerini düşürmek değil, alınan her kuruş borcun en az yarısını bilime ve teknolojiye yatırmak ve ülkenin ihracatını yükte hafif pahada ağıra çevirmektir.