Seçimi kaybedeceğini başkaları görüyor da Erdoğan görmüyor mu?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, en azından 2019 Mart yerel seçimlerinin sonucunu aldığından beri bir arayışta. Bazılarınca “Cumhur İttifakından vaz geçmek-geçmemek” şeklinde özetlenen ama bence o kadar basit olmayan bu arayışında henüz bir karara varabilmiş değil.
Dün, kapsamlı kamuoyu araştırmalarına dayanan ve bu araştırmalardan hareketle yazılmış analizleri içeren, sadece abonelerine gönderilen iki önemli raporu okudum.
Birbirinden çok farklı iki ayrı kurum tarafından yazılmış olan her iki rapor da, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve partisi Ak Parti’nin ciddi bir oy kanaması yaşadığını söylüyor, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini ilk turda kazanma ihtimalini neredeyse yok seviyesine indiriyor, Ak Parti ve MHP’den oluşan Cumhur İttifakı’nın parlamentoda çoğunluk oluşturma ihtimalinin bir hayli azaldığını iddia ediyordu.
Bu siyasi şartları büyük olasılıkla Ak Parti araştırmacıları da görüyor; belki araştırma sonuçlarına dair raporlar parti yönetiminin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikkatine de sunuluyor.
Ülkedeki mevcut siyasi gerçek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir erken seçim arzulamasına hiç uygun değil. Kimse, kazanamayacağı bir erken seçime gitmek istemez, Erdoğan da istemeyecek, ülkedeki genel durumun düzelmesini ve bu düzelmenin de oy olarak kendisine yansımasını beklemek isteyecektir.
Peki bu mümkün mü? Başarılabilir mi?
Mevcut Cumhurbaşkanlığı Sisteminin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gelecekteki olası performansını tahmin edebilmek için yakın geçmişe bir bakalım. Bazı rakamlar paylaşmak istiyorum burada.
Cumhurbaşkanlığı sisteminin devreye girdiği Temmuz 2018’de TÜİK’in açıkladığı tüketici enflasyon endeksi 359,41’i gösteriyormuş. Elimizdeki son rakam Mart 2021’e ait, endeks rakamı 523,53’e gelmiş durumda. Temmuz 2018-Mart 2021 arası endeksteki artış yüzde 45,66 seviyesinde. Çok ciddi bir hayat pahalılığı bu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabinesini açıkladığı gün olan 9 Temmuz 2018’de 1 dolar 4,55 TL imiş. Bu yazıyı yazarken baktım, 1 dolar almak için 8,22 TL gerekiyordu. 9 Temmuz 2018’den bugüne artış oranı yüzde 80,66. Yani enflasyonun neredeyse iki katı kadar artmış kur.
Bir başka gösterge işsizlik. Ben bu göstergeye tersinden bakanlardanım. 2018 Temmuzunda “Çalışma çağındaki nüfusumuz” TÜİK’e göre 60 milyon 679 bin kişiymiş ve bu vatandaşlarımızdan tam 29 milyon 265 bini istihdam ediliyormuş. Günümüze en yakın rakam Şubat 2021’e ait. Nüfus 63 milyon 323 bine yükselmiş; istihdam edilenlerin sayısı ise maalesef 27 milyon 477 bine düşmüş. Yani, aradan geçen iki buçuk yılda çalışma çağındaki nüfus 2 milyon 644 bin artmış ama ülkemiz bırakın bu yeni gelenlere iş bulmayı, mevcut çalışanlarından 1 milyon 780 bin kişiyi ya emekli etmiş ya işten çıkarmış, yerlerine de yenilerini almamış.
Son olarak Cumhurbaşkanlığı Sistemi döneminin kişi başına gelir ortalamalarına bakalım. 2018 yılında kişi başına gayrı safi yurt içi hasılamız 46 bin 167 liraymış. İki yıl sonra, 2020 yılında kişi başı hasılamız 60 bin 537 liraya yükselmiş. Artış oranı yüzde 31. Ama unutmayın, aynı dönemde ciddi bir enflasyon da yaşadık. Dolar bazında baktığımızda, 2018’de kişi başı gelirin 9 bin 792 dolar olduğunu, 2020’de bu rakamın 8 bin 599 dolara düştüğünü görüyoruz. Yani dolar cinsinden yüzde 12.2 fakirleşmişiz iki yılda. Dolar kurundaki artışın enflasyonun iki katına yakın olduğu varsayımıyla baksak, TL bazında da yüzde 5-6 civarında fakirleştiğimizi görürüz.
Bu dört temel ekonomik göstergedeki vahim kötü gidişin üzerine salgın yönetiminde yapılan bariz hataları, aşılamanın hala çok eksik olmasını, belki bu eksiklik yüzünden yaz aylarında turizm gelirlerini kaybetme olasılığımızı vs düşününce, insan işlerin gelecekte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a seçim kazandıracak kadar düzeleceğine dair iyimserlik besleyemez hale geliyor.
Muhalif çevrelerde genel kanaat, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu vahim durumu gördüğü için çareyi kültürel kamplaşmada aradığı yönünde. Onlar Erdoğan’ı “kutuplaşmayı arttırmak”la itham ediyorlar ama son gelen bazı araştırmalarda “Erdoğan’a hiçbir biçimde oy vermem” diyenlerin oranının yüzde 60’a dayanmış olması, muhalefetin beslediği kutuplaşma olan “Erdoğan nefreti”nin artık çok daha güçlü olduğu bilgisini bize iletiyor. Eğer öyleyse, kutuplaşmanın temelinde yer aldığı söylenen milli/dini/kültürel kimlik bölünmesinin ötesine geçen, bu bölünmeyi geride bırakan bir yeni ayrışmamız var demektir.
Erdoğan’ın ülkeyi son 5 yıldır olduğu gibi yönetmesinin pek de mümkün olamayacağı yeni bir döneme giriyoruz. Belki, Erdoğan’ın “soykırım” diyen ABD Başkanına verdiği ve “yumuşak” bulunan tepkiyi böyle okumak gerekir.