Kur korumalı mevduat: Gitmek mi zor, kalmak mı?
Erdoğan’ın bu sözleri teknik ekonomi açısından hemen hemen hiçbir anlam taşımıyor; çünkü doğru değil. Siyaseten ise çok anlamlı; çünkü Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri sırf siyasi propaganda olsun diye inanmadan söylediğini düşünmek safdillik ve ona karşı büyük haksızlık olur. Cumhurbaşkanı, gerçekten de bir ‘ekonomik bağımsızlık savaşı’ verdiğine inanıyor ve bu savaş yüzünden de dış ekonomik güçlerin Türkiye’ye saldırdığını düşünüyor.
Eğer Türkiye’ye karşı yurt dışından sahiden bir ekonomik saldırı varsa, bu saldırı olsa olsa pasif bir saldırı. Yani dışarıdaki para sahipleri, Türkiye’ye yatırım yapmayarak, Türkiye’yi görmezden gelerek saldırıyor olabilirler ancak; çünkü ülkemize aylardır yabancı sermaye hiçbir kılık altında girmiyor, o yüzden Merkez Bankası cari açığı aylardır kendi rezervlerinden finanse etmek zorunda kalıyor.
Buna da ‘saldırı’ denir mi, bilemedim. Tam tersine Cumhurbaşkanı bizzat kendisi seçildiği günden beri dış kaynak bulmak için uğraşmıyor mu? Daha yeni Macaristan’a gidip gelmedi mi?
Yine de, Cumhurbaşkanının ‘dış güçler saldırıyor’ söylemini anlamaya çalışmakta fayda var. ‘Siyasi kaygılarla paranoya aşılıyor, bize bir düşman gösterip oyalıyor’ dersek durumu küçümsemiş oluruz bence.
Baktığınızda ülkede ekonomi ve piyasalar hayli canlı aslında. İşsizlikte belirgin bir artış yok, üretim yavaşlamış değil, tüketim yavaşlama eğilimine girmiş olsa bile hala canlı. Yani reel kesim açısından bakıldığında, sorunlar olmakla birlikte bir ‘kriz’ gözükmüyor.
Ama gözümüzü reel kesimden alıp finans kesimine çevirdiğimizde açıkça bir ‘kriz’ görüntüsü var.
2022 rakamlarını vereyim: Türkiye 254 milyar dolar ihracat yaptı; buna karşılık 363 milyar dolar da ithalat.
Reel ile finansal ekonominin kesişme noktalarından biri tam burası: İthalat açısından baktığımızda 365 günün her birinde ortalama 1 milyar dolara yakın ithalat finansmanı ihtiyacı var. Ama yıllık düzeyde baktığımızda 109 milyar dolarlık dış ticaret açığımız oluşuyor, yani ithalatımız ihracatımızdan daha fazla.
Aradaki farkı turizm gelirleriyle bir ölçüde azaltıyoruz ama tabii hepsi kapanmıyor, bu da cari işlemler açığı oluyor. O açığın finansmanı için de Türkiye yurt dışından borç alıyor(du).
2018 yılından başlayarak biz ‘Bu Batılılar verdikleri borçları bizim iç ve dış politikamıza müdahale için silah olarak kullanıyor’ diye düşünüp onları kaçırmaya başladığımız için artık ciddi bir döviz sıkıntısı içindeyiz.
Bu sıkıntı 2021 sonunda hükümet, oluşan döviz açığını vatandaşın ve şirketlerin bankalarımızda yatan mevduatıyla da kapatmayı düşündü; çünkü deniz bitmişti. Kur korumalı mevduat adıyla bir şey icat edildi, vatandaştan dövizini TL’ye çevirmesi istendi ama parası sanki hala dövizmiş gibi görülecek ve kur farkı kadar faiz geliri elde edecekti.
Bu uygulama başlı başına bir büyük felaketti ama başka bir felaketi baskılamak, gizlemek için çaresizlikten başvurulmuş bir yoldu. Sorun, az önce söyledim, Türkiye’nin döviz açığını artık makul fiyatlarla borçlanarak temin edemez hale gelmesi.
Şimdi Merkez Bankası, geride kalan hafta sonundan beri bu ‘felaket’ diye nitelediğim KKM uygulamasından ağır ağır çıkılması için düğmeye bastı. Bastı ama temel sorun çözülmedi ve çözülecek gibi de durmadığı için bu ‘felaket’ten çıkışın bedeli de bir başka ‘felaket’ olabilir.
Bankalardan TL mevduata verdikleri faizleri yükseltmeleri isteniyor. Ama bankalar buna gönülsüz, çünkü faizi yükseltmek onların maliyetlerini arttırması yani kârının azalması anlamına gelecek.
Bankanın topladığı mevduatı başta ticari müşterileri olmak üzere vatandaşa kredi olarak satabilmesi lazım. Ama bu satışın önünde engel var, çünkü aynı Merkez Bankası bankaları daha düşük faizle kredi vermeye zorluyor. (Bu kural belki bugün değişip biraz daha gevşeyecek, bankaların kredi faiz oranları yine tam piyasa tarafından belirlenmeyecek ama yükselebilecek. Beklenti bu.)
Öte yandan, kredi faizlerinin artacak olması, yazının başında ne kadar canlı olduğunu anlattığım reel sektörün hiç değilse bir bölümünü daralmaya zorlayacak, tüketici kredisi faizlerinin artması tüketimi sınırlayacak, yani reel ekonomi yavaşlamak zorunda kalacak.
Eh, bu da Tayyip Erdoğan’ın tam ‘mandacı zihniyet’ dediği şey; ekonominin yavaşlamasını, üretimin azalmasını, işsizliğin artmasını istemiyor Erdoğan. Üstelik önümüz seçim.
Asıl yapılması gereken Merkez Bankası’nın politika faizini anlamlı bir seviyeye yükseltip piyasada TL’nin fiyatını (değerini) arttırması.
KKM ve KKM’den çıkış konusu bir ‘Kırk katır-Kırk satır’ ikileminde. Ama bu beklemedik bir şey değil.
Beklenmedik olan, bütün bu operasyonun Tayyip Erdoğan’dan onay almış bir operasyon olarak görülmemesi.
Acaba ekonomi yavaşladığında veya şirketler seslerini yükselttiğinde Erdoğan ne diyecek?