Konya ovasında tarım yapmayı kısıtlamalıyız
Türkiye İstatistik Kurumu’na göre yıllık enflasyon oranımız yüzde 19.25’i buldu.
Bu genel ortalama.
Sadece gıda fiyatlarındaki yıllık enflasyon oranı yüzde 29 TÜİK’e göre. Markete ve pazara gidenler bundan çok daha fazlasını hissediyor büyük olasılıkla.
Yine TÜİK’in açıkladığı üretici fiyatları enflasyonuna göre gıda üreticilerinin maliyetlerindeki artış ise bir yılda yüzde 39.20’yi bulmuş durumda.
TÜİK’ten aktaracağım son istatistik, tarım ürünleri üretici enflasyonu. Buradaki yıllık artış oranı da yüzde 22.80’i bulmuş durumda.
Yani, neresinden bakarsanız bakın Türkiye’de can yakan bir gıda fiyatları artışıyla karşı karşıyayız.
Peki neden artıyor gıda fiyatları?
Türkiye’de gıda fiyatlarının bu denli hızlı artıyor olmasında elbette TL’nin yabancı paralar karşısında uğradığı değer kaybının önemli bir rolü var ama esasen en önemli rolü küresel iklim krizi oynuyor.
Yangın ve sel olduğunda iklim krizinden söz ediyoruz ama gıda fiyatları bağlamında, bunu pek az konuşuyoruz. Oysa ülkemiz artık ciddi ve kalıcı olduğu izlenimi veren bir kuraklığın pençesinde. O kuraklığın iki alanda çok önemli sonuçları olacak, hatta olmaya başladı bile.
Bu alanlardan birincisi, gıda güvenliği. (Diğer alan enerji ama bu yazı enerjiyi kapsamıyor.)
***
Dün sabah Resmi Gazete’de bir Cumhurbaşkanı kararı yayınlandı. Bu kararla yıl başına kadar buğday, arpa, mısır, mercimek, nohut, çavdar ve yulafın ithalatında gümrük vergileri sıfırlandı.
Bunun sebebi, büyük olasılıkla yaklaşmakta olduğu görülen gıda krizine önlem alma çabası; Türkiye’nin stoklarını tamamlama isteği. Çünkü bütün bu ürünlerde bu yıl ciddi üretim kayıpları bekliyor Türkiye.
Bu yazının derdi tarım politikalarını tartışmak da değil; o yüzden ana konum olan küresel iklim krizine geri dönmek istiyorum.
***
Geçen hafta gelen bir haber herhalde herkes için çok acıydı. Nasrettin Hoca fıkralarına konu olmuş Akşehir Gölü artık tamamen kurumuştu, üzerinde otomobille gezilebiliyordu.
Koca göl nasıl kurudu demeyin; yağış miktarı az olunca, gölü besleyen akarsulardan civardaki çiftçiler tarlalarını sulamak için su çekince, göl kurudu. Bu yaz böyle ardı ardına çok sayıda kuruyan göl haberi okuduk.
Akşehir Gölü’nün kuruması tek bir gazetemizde bile manşet olmadı; her konuya laf yetiştiren siyasiler bu gölü nasıl kurtaracağımıza dair tek kelime etmedi. Oysa bana göre bu konu hiç değilse Taliban’ın Afganistan’da iktidara gelmesi kadar önemliydi; Taliban uğruna tükettiğimiz nefesin ve mürekkebin binde birini Nasrettin Hoca’nın maya çaldığı güzelim gölden esirgedik.
Konya Ovası, biliyorsunuz uzunca bir süreden beri bir de “obruk”larıyla meşhur. O kadar meşhur ki, bu obrukların içindeki serinlikte üretilen peynirlerin ünü artık dünyayı sarmış durumda.
Oysa bir yerde obruk oluşması küçük bir felaket demek. Obruk, yani toprakta ansızın bir çukurun ortaya çıkması, oradaki yer altı suları boşaltıldığı ve yağmurlar aynı yerleri doldurmayı başaramadığı için yaşanan bir durum. Toprağın çökmesi.
Konya Ovası’nda ayrıca uzun yıllardır orada duran kilometrelerce uzunlukta devasa bir yarılma da var. Sanki depremin fay hattı gibi yüzeyden belirgin biçimde görülen bu yarılmanın nedeni de susuzluk.
Yeterince yağmur yağmayıp su birikmez ama tarımsal üretim eskisi gibi yapılmaya devam edilirse, tarımın çektiği sular yerine konamaz ve öyle olunca da yer altı kaynakları dahil bütün kaynaklar kurur gider.
Yakında Beyşehir Gölü de kuruyabilir; bu gölün suları da ciddi çekilmiş durumda. Susuzluk ciddi tehdit; tarımsal üretimin devam ettirilmek istenmesi bu tehdidi daha da büyütüyor.
Bakın benzer bir kuraklığı yaşayan ve Amerika’nın en büyük tarımsal üretim merkezlerinden biri olan Kaliforniya’da bahçe çimlerini sulamak yasaklandı; insanlara her gün duş yapmamaları söyleniyor; daha önemlisi badem gibi çok su çeken bitkilerle ilgili tarımsal faaliyetler kısıtlanıyor, badem bahçeleri sökülüyor. (Kaliforniya’da badem üretimi azalınca dünyada zaten arzı talebine yetmeyen bu yemişin fiyatı daha da artacak, şimdiden haberiniz olsun.)
ABD’de Kaliforniya eyaletinin yaptığının aynısını Konya’da, Konya Ovası’nda biz de yapmalıyız.
Akşehir ve Beyşehir göllerini kurtarıp yaşatmak, bölgedeki akar suları akıtmaya devam etmek kısa dönemde tarımda yaşanacak kayıplardan çok daha önemli. Yoksa Konya Ovası’nı bir bütün olarak ve sonsuza kadar kaybedebiliriz; burası çöle dönüşebilir. Konya Ovası çöle dönüşecek olursa yüksek gıda fiyatlarından değil açlıktan söz etmeye başlarız; çünkü hepimiz aç kalırız.
Birkaç yıl boyunca Konya Ovası’ndaki tarımsal faaliyeti ve dolayısıyla sulamayı yarı yarıya azaltırsak, Konya Ovası’nı çöl olmaktan kurtarabilir, burada daha da kötü geçecek önümüzdeki on yıllarda hala tarım yapabiliriz. Oradaki köylülerin tarım yapmamaktan kaynaklanacak zararını doğrudan ceplerine nakit para vererek karşılamak, Konya Ovası’nın topyekün kaybedilmesinden çok daha ucuza gelecek bir çözüm.
Konya Ovası kurtarılmayı bekliyor.