İsrail’den alınacak demokrasi ve hukukun üstünlüğü dersleri

İsrail, biliyorsunuz 1948 yılında kurulmuş, genç bir devlet. İsrail kurulurken Türkiye, tek parti devrini bitirmiş, bir çeşit demokrasi denemesine girişmişti bile.

Evet, elbette devlet tecrübesi olarak da, Anayasa tecrübesi olarak da, parlamento tecrübesi olarak da İsrail’den çok daha fazla tecrübeye sahibiz. Ama son 13 haftadır İsrail’de yaşananlar, bana Türkiye’nin bütün bu tecrübelerinin anlamlı olup olmadığını sorgulattı.

Önce ne olduğuna bakalım.

İsrail, bizim bildiğimiz anlamda bir yazılı Anayasası olmayan bir ülke. Olması için uğraşmışlar ama bir türlü uzlaşamamışlar ve sonuç olarak Anayasasız kalmışlar.

Onun yerine bazı ‘temel kanun’ları var ülkenin. Bunlar statü olarak basit kanun statüsünde, yani basitçe Meclis çoğunluğu tarafından değiştirilebilir şeyler ama ‘temel’ konularda oldukları için ne zaman değişme ihtimali belirse geniş uzlaşmalar aranmış şeyler.

Bu kanunlar içinde en önemlilerinden biri, bir çeşit ‘anayasa mahkemesi’ görevi de gören Yüksek Mahkeme’nin kuruluşunu, üye seçim biçimini ve görevlerini tanımlayan kanun.

İşte İsrail’i iç savaşın eşiğine getiren, 13 haftadır ülkeyi hop oturtup hop kaldırtan şey de bu kanunun iktidar tarafından tek yanlı değiştirilmek istenmesi.

Hem mahkemeye üye seçme biçimini değiştirip iktidarın daha kolay üye belirlemesini sağlamaya çalışıyor bu değişiklik tasarısı hem de mahkemenin Meclis’ten geçen yasaları denetleme yetkisini sınırlamak.

Kıyamet de bundan kopuyor. Dün bu gazetede Taha Akyol’un da yazdığı gibi, otoriter yönetimler artık doğrudan diktatörlük olmak istemiyor, onun yerine yargıyı kontrol altına alarak seçimle gelen ama denetimsiz bir yönetim olmak istiyorlar. Brezilya’da bu denendi; Hindistan, Polonya ve Macaristan’da yürürlüğe sokuldu. Türkiye ise denetimsizliğin feriştahını yaptı, artık yargı tarafından denetlenen değil aksine yargıyı birinci derece mahkemelerin tutuklama kararlarına kadar kontrol edip yöneten bir rejimimiz var.

İsrail’de ise halk ve muhalefet aynı yola girmeye direndi. Sokaklarda 13 haftadır gösteri yapan insanlar boşuna ellerinde ‘Sonumuz Türkiye gibi olsun istemiyoruz’ pankartları taşımıyordu.

Son 30-35 yıla baktığınızda İsrail’in yaşadığı sosyolojik değişimle Türkiye’nin yaşadığı sosyolojik değişim birbirine benziyor aslında. İsrail, Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla muazzam bir Yahudi göçü aldı. Gelen Yahudi göçmenler, ülkede bulunan Yahudilere göre çok daha dindar, çok daha muhafazakar ve çoğunlukla bir dini önderin etrafında toplanmış cemaatlerdi.

Türkiye’de ise köyden kente göç son 30-35 yılda geçmişe göre çok daha fazla hızlandı. Kırsal bölgelerden kentlere gelenler de, geçmişin kent soylularına kıyasla çok daha dindar, çok daha muhafazakardı.

İsrail’in sosyolojik değişimi, ülkeyi kuran parti olan İşçi Partisi’nin tarihe karışmasına neden oldu. Ülkenin diğer kurucu partisi sağcı Likud ise Binyamin Netanyahu önderliğinde giderek daha fazla aşırı sağa kaydı.

Bu kaymanın sebebi iktidara tutunma arzusuydu. Çünkü, ülkedeki küçük ultra ortodoks yahudi cemaatlerin partileri, az sayıda milletvekiline sahip olmalarına rağmen iktidar belirleyici hale gelmişlerdi. Bu partilerin iki büyük hedefi vardı: 1. Filistin topraklarındaki işgali genişletip ilhaka dönüştürmek için bu topraklara yerleşmek; 2. İsrail’i bir ‘Yahudi devleti’ne, yani din devletine dönüştürmek.

Türkiye, son 20 yıldır Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yönetiliyor. Ak Parti, az önce anlatmaya çalıştığım yeni Türkiye sosyolojisinin partisi. Bir yandan baktığınızda kökü çok derinde, bir yandan baktığınızda aslında bir kökü yok. O yüzden o sosyolojiyle birlikte sürekli değişti Ak Parti.

Bugün geldiği noktada biraz Binyamin Netanyahu’nun İsrail’de yaptığı gibi, giderek daha aşırı sağa yönelmiş durumda. Belki laiklikle bir derdi yok; Türkiye’yi bir din devletine dönüştürmek gibi bir arzu içinde de değil ama yine de din denince akan suların durduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bu kadar dindarız ama adaletsizlik, ahlaksızlık, yolsuzluk da diz boyu.

İsrail halkı, yargı bağımsızlığına halel geleceğini düşündüğü için bu ülke tarihinde kurulmuş en aşırı sağcı ve en dinci hükümetin yasa değiştirme girişimine karşı sokağa döküldü.

Ülkede sosyoloji değişmişti belki ama o kadar da değil. Yeni sosyoloji, ülkeyi çoğulcu olmaktan çoğunlukçu olacağa doğru henüz evirememişti. Zaten o yüzden, Netanyahu kendi partisi içinde de çatlaklar oluştuğunu gördüğü için yasayı (şimdilik) geri çekti.

Türkiye’de ise bizler yargı bağımsızlığını kendi ellerimizle verdiğimiz oylarla ortadan kaldırdık. Anayasa Mahkemesi’nden Hakimler Savcılar Kurulu’na, oralardan taa ilk derece hukuk mahkemelerine kadar bütün yargıyı ve savcıların tamamını tek kişilik hükümetin istemediği hiçbir şeyi yapamayan, karar verirken olası siyasi etkileri düşünmek zorunda kalan bir koca topluluğa çevirdik.

1948 yılında, bir gün İsrail’den demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusunda ders alacağımızı söyleseler inanan çıkar mıydı?

YORUMLAR (19)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
19 Yorum