Faiz totodan ötesi: Yapısal dönüşüm başlar mı?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yeni ekonomi takımı açısından ilk büyük sınav günü iki gün sonra.
Merkez Bankası’nın yeni başkanı Hafize Gaye Erkan, kendisine eski başkan Şahap Kavcıoğlu’ndan miras kalan Para Piyasaları Kurulu ile toplantı yapacak. Genel beklenti bu toplantıdan faiz arttırma kararının çıkacağı.
Yerli yabancı yatırım bankaları ve makro ekonomi analistleri günlerdir bu toplantıda faizin yükseltilmesine kesin gözüyle bakıyor ve aralarında bir çeşit faiz toto oynuyor. Faizin bu ilk toplantıda yüzde 8,5’tan 15’e yükseltilmesini bekleyen de var, yüzde 25’e yükselmesini bekleyen de. Yıl sonuna kadar faizin yüzde 40’a kadar yükselmesini beklediğini söyleyenler de çıktı.
Bilmiyorum, Merkez Bankası’nda başkandan başka bir tek basın danışmanının değiştiğini, geri kalan bütün yönetim kadrosunun ve faiz kararı alacak heyetin eski isimler olduğunu hatırlatmanın; tam da o yönetimin ve o PPK heyetinin faizi yüzde 19’dan 8,5’a indirip bize kabus gibi bir 2021 sonu ve 2022 yaşatan heyet olduğunu hatırlatmanın anlamı var mı?
Pek çok kişi için iki gün sonra alınacak faiz kararı önemli. Esas önem, yeni ekonomi yönetimine ne kadar güvenileceğinin bu kararla belli olacak olmasından kaynaklanıyor pek çok kişiye göre.
Ben öyle düşünmüyorum; iki gün sonraki kararın bu denli kritik önem taşıdığını da kabul etmiyorum.
Sebeplerini söylememe izin verin: Bir modern ekonomide Merkez Bankası bağımsızlığı kadar ve o bağımsızlığın da varsayılan bir parçası olan bankanın inandırıcılığı (‘kredibilitesi) da son derece önemlidir.
Merkez Bankaları bu inandıcılığı iki yolla sağlarlar: 1. Öngörülebilir hareketlerde bulunarak; 2. Dediğini yaparak.
Bizim Merkez Bankamız için bunlar geçerli değil. Banka öngörülebilir değil; daha birkaç ay önce faizi ‘enflasyon geçici ve zaten düşüyor’ diyerek 8,5’e indiren heyet, bugün kafalarına taş mı düştü ki, ‘enflasyonun geleceğe dönük büyük bir kalıcı tehdit’ olduğunu söyleyip faizi yükseltecek? Peki kaça yükseltecek? Merkez Bankaları kendi piyasalarına ‘sürpriz’ yapmaz, üç aşağı beş yukarı tahmin edilebilir olur. Öyle olması da doğrusudur zaten; bütün aktörler kendilerini buna göre pozisyona sokarlar.
Merkez Bankası dediğini de yapabilmelidir. Yani, faizi bugün piyasalarda yaşanan anormallikleri giderecek bir araç olarak değil enflasyonla mücadelenin başlıca silahı olarak kullanacaksa, enflasyonu da düşürmelidir. Ama bu savaşı Merkez Bankası tek başına veremez; onun maliye politikasıyla da desteklenmesi gerekir. Peki ama nerede o maliye politikası? Hükümet, yani Tayyip Erdoğan nutuk atmanın ötesinde enflasyonla mücadele politikasına girişecek mi?
Benim anladığım, Türkiye bir yabancı para girişi bekliyor. Her gün işlerin ne kadar iyiye gitmekte olduğunu Abdülkadir Selvi’ye anlatan birileri, günlük bazda giren 100-150 milyon dolarları sayıyor, o da yazıyor. Oysa söylenen bu paralar Türkiye’nin dişinin kovuğuna bile yetmez.
Arada 50 milyar, hatta 150 milyar dolar gibi ultra yüksek hedefleri yazıp çizenler bile oldu; bunlar da herhalde temenni kabilinden şeyler.
Bu kadar paranın kısa sürede girmesi için Türkiye’nin sahiden spekülatif kazanç kapısını aralaması, yani Londra’daki New York’taki ‘faiz lobisi’ne tefeci faizi vermeyi kabul etmesi lazım. Umarım öyle bir kapı aralanmaz, zaten beklemiyorum. Çünkü o faizi sonunda biz ödeyeceğiz.
Kısa sürede böyle bir para girişi olmayacağına ve esasen biz de böyle spekülatif bir parayı istemeyeceğimize göre, yapılması gereken daha uzun vadeli yatırımcıyı Türkiye’ye çekecek güven veren bir para piyasası ortamını yaratmak. Türkiye bir zamanlar böyle güven veren bir ortama sahipti, yurt dışındaki yatırımcılara TL cinsinden borçlanırdı. Şimdi oraya çok ama çok uzağız. Bu işin yapıldığı TL swap piyasasını kendi elimizle öldürdük.
‘Uzun vadeli yatırımcıyı Türkiye’ye çekecek güven veren bir para piyasası ortamı’ öyle bir günde alınan faiz kararıyla oluşmaz. Hele hele o güveni bizzat yok eden kadrolar eliyle hiç oluşmaz.
O yüzden hiç hayal kurmaya gerek yok. Türkiye, bugün eldeki verilere bakınca öyle kısa sürede ‘normal’leşmeyecek, ‘rasyonel’ de olamayacak.
Bakın dün haberi vardı, Amerikalı yarı iletken üreticisi Intel, İsrail’e 25 milyar dolarlık yatırım yapıyor.
İsrail 9,3 milyon nüfuslu, minicik bir ülke. Bu yatırımın Türkiye’ye değil İsrail’e gitme sebepleri başlı başına bir yazı konusu belki ama şu kadarını söylememe izin verin: Demokratik istikrarı sorgulanır, neredeyse sürekli silahlı çatışma ve terör riski altında bir ülke olan İsrail, bütün bu olumsuzluklara rağmen ekonomik olarak Türkiye’ye göre çok daha öngörülebilir bir ülke.
Türkiye’nin bulması gereken yabancı kaynak da, borsaya veya tahvil piyasasına gelecek yabancı yatırımcıdan çok böyle fabrika kuracak, sıfırdan iş başlatacak kaynak olmalı.
Kısa süreliğine gelecek olan kaynak, bizim cebimizde kalan son kuruşu da almaya gelen tefeci olacak, başka biri değil.