Depremin siyasal iletişim stratejileri belli oluyor

Deprem gibi bir şey olup 45 bini aşkın insan hayatını kaybettiğinde, 600 bine yakın ev yok olduğunda, milyonlarca insan iç göçmen durumuna düşürüldüğünde insanın duygularından arınıp olan biteni tarafsız ve olabildiğine objektif bir gözle değerlendirmesi kolay değil.

İnsan hemen suçlu arıyor ve o suçluyu da zaten kızmaya hazır olduğu yerde buluyor.

İşte siyasal iletişime hemen yansıyan ayrışmayı görüyoruz zaten: Muhalefet partilerine ve hükümete karşı muhalif çevrelere göre sorumlu Tayyip Erdoğan ve onun yolsuzluklara bulaşmış yönetimi; buna karşılık şimdilik ortaya çıkan ve depremle ilgili duyguları ölçme iddiasındaki iki zayıf ankete göre halkımızın gözünde esas suçlu müteahhitler. Nitekim iktidarı destekleyen medyaya baktığınızda da aynı şeyi görüyorsunuz, Ak Parti mensubu veya değil müteahhitlere yönelik yoğun bir tepki var. İktidar kanadı bir yandan halkın önüne atmak için bir suçla daha bulmuş durumda: Kentsel dönüşümü engelleyen CHP ve diğer solcu kesimler.

Türkiye, uzunca bir zamandan beri hayatın normal kimi konularının ve tartışmalarının bile siyasette bir iktidar-muhalefet ayrışması tartışmasına dönüştürüldüğü ülke zaten. (İstanbul’da belediye otobüsünün kaza yapması bile bizde siyasi tartışmanın konusu.) O yüzden depremin siyaset üstü olmasını beklemiyorduk elbette. Nitekim daha ilk günden muhalefetin yardım yapmasının engellenmesi, iktidarın depreme verdiği ilk siyasi refleksti, sonra devamı geldi. Şimdilerde “Sporu siyasete alet etmek”le ve “Depremzedenin acısının üzerinden siyaset yapmakla” suçlanıyor muhalefet.

Fakat tabii, siyasal iletişim açısından en önemli hamle, “Yıkılanı biz yaparız” mesajı. Çünkü geleceğe dair ümit sahibi olmak isteyen herkesin baktığı ilk şey, hayatın yeniden “normal”e dönmesi; bunun en belirgin yolu da herkesin başını bir damın altında sokabilmesiyle bire bir bağlantılı.

“Yıkılanı biz yaparız” sloganı ve bu konuda somut adımlar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ait. Muhalefetin bu slogana cevabı, “Acele etmeyin” demek, biraz daha ileri gidince de, “Depremden de yandaş müteahhide pay çıkarılıyor”a varmak. Bunlar doğru olabilir ama vatandaşın algısı bakımından ikincil önemde; öncelik insanların kafalarını bir çatının altına sokabilmelerinde.

Tuhaf bir şey belki ama insanlar şu an çadır bulmaya uğraşır ve sokakta yatmaya devam ederken, bugünün dertlerinden çok geleceğe ilişkin bir hayale sarılmak istiyor olabilirler. Yeniden bir evi olacağı hayaline…

Ben burada “muhalefet” diyorum ama aslında depremden beri muhalefeti bir arada göremiyoruz. Liderler sahaya ayrı ayrı çıktılar, ayrı ayrı gezdiler. Oysa 6 muhalefet liderinin bir arada deprem bölgesinde temas etmesi mümkün olabilirdi ve bu da muhalefetin ister istemez gireceği “Evinizi biz yaparız” söylemi açısından oldukça güçlendirici olurdu. Bunu yapmadılar; depremden kolay bir siyasi zafer çıkacağı inancına çok erken kapıldılar, bireysel oy artışı arayışına giriştiler. Oysa seçimde zafer hiç de kolay olmayacak.

Normalde bu çapta yaşanmak zoruna kalınan bir felaketin iktidarın seçimde ağır bir yenilgi almasına neden olması beklenir. Çünkü beceriksizlik ve liyakatsizlik yüzünden depremin faturası çok ama çok büyüdü.

Kaldı ki deprem öncesinde uzun yıllara yayılan, deprem sırasında birkaç günde ayyuka çıkan beceriksizlik ve kötü yönetimin esasen deprem sonrasında da devam etmesi beklenir. Kadrolar aynı kadrolar, alışkanlıklar ve anlayış aynı olduğu için büyük olasılıkla bu iktidar deprem sonrasını da aslında kendi iddia ettiği kadar iyi yönetemeyecek.

Ama Tayyip Erdoğan’ın yerinde bir refleksle gördüğü bir şey var: Seçimi 14 Mayısta yapmak bu türden sonuçların ortaya çıkmasından önce sandığı kurmak aslında bir avantaj. Erdoğan deprem anından itibaren zamanın aleyhe işleyeceğini gördü ve erteleme laflarına kulak asmadı. Muhalefet siyaseti o kadar okuyamıyordu ki, seçimin erteleneceği, hatta tamamen iptal olacağı safsatalarıyla günlerce enerji harcadılar.

Kaldı ki hükümetin beceriksiz olmasını ve iktidardan kendi kendilerine düşmelerini beklemeyi kendileri açısından bir “zafer” olarak tanımladıkları sonucu çıkar bu uygulanan taktiklerden; herhalde öyle düşünmemişlerdir.

Ama düşünmüyorlarsa, bir an önce depremle ilgili ortaya sadece deprem dönemi eleştirilerinden ibaret olmayan bir pozitif gündem koymalılar. Beğenmesek bile Tayyip Erdoğan’ın bir pozitif gündemi var işte: “Yıkılanı biz yaparız.”

Seçimlere bugünden başlayarak 73 gün var. Muhalefet ortaya bir iletişim stratejisi koyamayacaksa, bu 73 gün onlar için çok hızlı geçip gidecektir. Buna karşılık Tayyip Erdoğan aynı süreyi kendi binasına her gün yeni bir tuğla daha ekleyerek lehine geçirecektir.

Kemal Kılıçdaroğlu’nın aday olması halinde onun iletişim stratejisinin başına geçeceği anlaşılan Ekrem İmamoğlu’nun başarılı stratejisti Necati Özkan geçen gün Cumhuriyet’te doğru bir tespit yaptı, “Umut açığı”ndan söz etti.

Gelecek için o ümidi muhalefet sadece Erdoğan’ı eleştirerek veremez.

İki gün önce bu köşede seçmenin iktidara tokat vuracağını söyledim ama bu tokat muhalefetin otomatik olarak kazanacağı anlamına gelmez.

YORUMLAR (11)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
11 Yorum