Cemil Çiçek de yargı kalitesinden çok dertli, önerileri var
Geçen hafta bu köşede yargı bağımsızlığı kavramını yazdım; özetle, yargı ve yargıç kalitesinin kağıt üzerinde mükemmel sağlanacak yargı bağımsızlığından daha önemli olduğunu, yargıçlarımız kaliteli olmadıkça yargı bağımsızlığının sağlanamayacağını anlatmaya çalıştım.
Yargıç, bir entelektüel olarak ve fikren, kendi kafasında kendini bağımsız hissetmiyorsa, anayasada istediğiniz kadar güvenceniz olsun hiçbir işe yaramaz.
Bu yazı üzerine herhalde Cumhuriyet tarihinin en uzun süre Adalet Bakanlığı yapan isimlerinden biri olan Cemil Çiçek aradı, lafı da hiç uzatmadan göbeğinden girdi, “Yargı bağımsızlığı güzel bir slogan ama yargıç kalitesi olmadan içi boş bir laf” dedi.
Cemil Çiçek’in bir dizi önerisi var. Birinci sırada Türkiye’de hukuk eğitiminin kalitesi ve süresi geliyor. “Belki 6, hatta 7 yıla çıkarmak lazım hukuk fakültelerini” diyor, geçmişte bu konuda YÖK’le yapılan temasları anlatıyor.
İkinci sırada, herkesin adaleti kendisi veya mensubu olduğu cemaat için istemesi geliyor. “Bu hastalıktan kurtulmalıyız” diyor.
Üçüncü sırada savcı ve yargıç atamalarındaki kurallar var. “Eskiden hal kağıdı vardı” diye hatırlatıyor, bu uygulama Ak Parti döneminde kaldırıldı. Yargıç ve savcılar için müfettişler onların özel hayatlarına, ilişkilerine vs de bakarak kanaat notu verirdi. Bu uygulama kuşkusuz subjektifti, kişisel garezler veya siyasi saikler bu raporlarda ciddi rol oynuyordu ama biz uygulamayı düzeltmek yerine onu toptan kaldırdık.
“Yargıçlık, savcılık mesleğini seçen kişi, hayatının kısıtlanmasını da kabul etmiş demektir. Öyle herkesle düşüp kalkamaz, birlikte sosyal ortamlar dahil vakit geçirdiği herkese dikkat etmelidir. Hal kağıdı bunun içindi. Ama baksanıza şimdi kimlerle fotoğrafları çıkıyor, çay toplamaya, zeytin toplamaya bile gidiyorlar” diyor Cemil Çiçek. Kastettiği, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la birlikte çay toplayan Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay Başkanları.
Dördüncü sırada 15 Temmuz sonrası Türk yargısının yaşadığı FETÖ felaketi sonrası yapılan kaçınılmaz atamalar var. “Bir sürü arkadaş avukatlıktan geldi, tecrübesi ve bilgisi eksik” diyor. Çiçek açıkça söylemiyor ama belli ki bu atamalarda siyasetin ve siyasi yakınlığın rol oynamış olmasından, yargıdaki cemaatleşmeden çok da memnun değil.
Çiçek’e göre, yargı hizmetlerini aksatmadan, çağın teknolojik imkanlarıyla yargıç ve savcıları meslek içi eğitime almak, bu eğitimde elde edilecek başarıyı atamalarda bir kıstas haline getirmek mümkün.
Bir de, yargıç ve savcı atamalarında bir puanlama sisteminden söz ediyor Çiçek. “Torpilin, siyasi etkinin atamalarda oynadığı rolü azaltmak için bir objektif puanlama sistemi kurulmalı” diyor.
Çiçek’in başka eleştirileri ve önerileri de var ama meselenin özü bu: Yargıçlarımızın ve savcılarımızın kalitesini arttırmadığımız, onları hukuk bilimiyle donatmadığımız sürece, yargıçlarımız bilimle yükselip kendi fikri bağımsızlıklarını oluşturmadıkları sürece bizim için bağımsız yargı bir hayal.
Bu, öyle büyük bir hayal ki, daha geçen hafta bu hayale belki de hiçbir zaman ulaşamayacağımız gerçeği bir tokat gibi suratımıza çarptı.
Daha önce iktidarla muhalefetin Hakimler Savcılar Kurulu üyeliklerini paylaşması olasılığını eleştirmiştim. (13 Mayıs 2021, Karar) Ama iktidarla muhalefet HSK’ya seçilecek 7 üyeyi paylaşma konusunda uzlaştı, yani siyasi etkiyi kurumsallaştırdı.
Bu yolla atanan üyelerden biri, geçen hafta Devlet Bahçeli’ye “Genel başkanım” diye hitap ederek HSK’dan istifasını duyurdu. HSK’ya üye olmazdan önce Devlet Bahçeli’nin avukatıydı zaten bu kişi.
Bu istifa sonrası yargıda yaşananlar konusunda bir dizi perde arkası yazısı veya dedikodu çıktı. Örneğin HalkTV’nin web sitesinde yazan İsmail Saymaz’a göre istifanın arka planında bir uyuşturucu soruşturmasında adı geçen bir kişi ve onu tutuklayan hakim rol oynamıştı. İddiaya göre tutuklanan kişinin avukatı, müstafi HSK üyesinin oğluydu (baba HSK’da, oğul dava takibinde, ne güzel) ve tutuklamayı yapan hakimin FETÖ’cü olduğu öne sürülüyordu. Hakimin referansı ise Meclis Başkanı Mustafa Şentop’tu, “Hayır o FETÖ’cü değil, aksine 2012’den beri bize FETÖ ile ilgili bilgi veriyor” diyordu. Tek bir uyuşturucu soruşturmasına bütün bu rezalet ilişkiler ağının sığması, Sedat Peker’i dinledikten sonra kimseye tesadüf olarak gelmiyor herhalde.
Vahim iddialar içeren bu yazıya tek bir tepki gelmemesini nasıl yorumlamalıyız peki? Bir çeşit “sükut suikastı” mı, yoksa “Sükut ikrardan gelir” mi demeliyiz?
Hararetle başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi tartışması yapanların yargı erkini neredeyse hiç konuşmamaları, sanki ülkede öyle bir güç yokmuş gibi davranmaları boşuna değil. Yargı arı kovanı gibi ve sorunları öyle bir usta dokunuşla çözülecek gibi değil.
Oysa ülkemizde ibresi artık muhalefete doğru döndüğü anlaşılan seçmen taleplerinin temelinde adalet eksikliği olduğunu biliyoruz.
Eh, yargı sistemi de bu “adalet eksikliği”nin önemli bir parçası olsa gerek…