Sedat Peker’siz bir yazı: Altmış yılda İngilizce kitaplar
Hayır, Sedat Peker’den bahsetmeyeceğim. Önemsiz mi? Aksine; çok önemli. Fakat konuya benden çok daha hâkim ve güçlü klavyeler onu anlatacaktır. Orada rekabet fazla. Ben kazanamam.
Ben, bugün size, bir pencereden, sadece İngilizce kitapların dünyasından yakın tarihimi anlatacağım. Her ferdin tarihinde, az biraz da yaşadığı toplumun, hatta dünyanın tarihi de vardır.
Macera, ortaokulda, 1950’li yıllarda İngilizce kitap okuyarak başlar. Rahmetli babam, o zamanın sloganı, “Her lisan bir insan”a şiddetle inanırdı. Bir sürü çocuk polisiye romanı okudum. Başka romanlar da. Dil öğrenmenin en kolay yolu bol bol okumak… Sözlük kullanmadan okumak ki hem okuduğunuzun zevkine varasınız hem de bilmediğiniz kelimeleri bağlamları içinde öğrenesiniz; tercüme ederek değil. Bu hüküm artık pek geçerli değil, çünkü şimdi e-kitap okuyucumda bilmediğim kelimeye tıklayınca sözlük açılıp o kelimenin anlamını veriyor. Sonra kütüphanede çalışmaya başladım. Çalışmaya alışıktım, bir zamanlar babamla balık tutup pazarda sattım. Kütüphanecilik üniversite ikinci sınıfa kadar sürdü. İkinci sınıfta TÜBİTAK bursunu kazanınca çalışmama gerek kalmadı. Aynı burs beni ABD’de doktoraya taşıdı. Sonra Ankara ve ODTÜ. O zamanlar üniversitelerimizin kütüphaneleri zayıftı. Pek çoğunda merkezî kütüphane de yoktu. ODTÜ bu bakımdan olumlu bir istisnaydı.
İNGİLTERE’DEN KİTAP GETİRTMEK
Fakat insan sadece kütüphaneden okumaz. Kitap satın alıp okur da… İngilizce kitaplar 60’ların sonu ve 70’lerde ucuzdu. Dolar kuru sabitlenmişti. Ankara’da İngilizce kitap satan kitapçılar vardı. Tunalı Hilmi’de. Sakarya’da Tarhan... İyi müşterileriydim.
Fakat kitap çeşitli. Bazen yurt dışından getirmek gerekirdi. Bakınız nasıl… Kredi kartı yok. Öyle dolar, sterlin havalesi falan da yasak. Hatta döviz bulundurmak bile yasak. İngiltere’de, Oxford’daki Blackwell kitapçısına bir mektup yazardınız. Hani zarfa konulan, zarfına da pul yapıştırılan cinsten mektup. Falan kitabın proforma faturasını istiyorum diye. Birkaç hafta içinde proforma gelirdi. O belgeyi eklediğiniz bir dilekçeyle Merkez Bankası’na başvurur ve oradan Blackwell’e hitaben bir keşide çeki alırdınız. Çek yine mektupla Oxford’a gider ve kitap adresinize gelirdi. Bazen gümrüğe takıldığı da olurdu. O zaman gümrüğe gidip memurlara kitabın vergisinin olmadığını hatırlatırdınız. Yani kitabınız bir, taş çatlasa iki ay içinde elinizde olurdu.
O zamanlar döviz, bugünkü gibi tsunami dalgası hâlinde değil de çıtlar hâlinde yükselirdi. Değerini Merkez Bankası belirlerdi. Her çıtta İngilizce kitap fiyatları da çıtlardı. Canım sıkılırdı.
YURT DIŞINA KİTAP SEFERLERİ
Karar vermiştim. En az iki yılda bir yurt dışına çıkıp kitap almalıydım. Öyle PTT ile çözülecek iş değildi bu. Bilim kongreleri, davetler vs. ile bu da sık sık gerçekleşirdi. ABD’de Barnes and Noble, İngiltere’de Blackwell’s bu gezilerde benden iyi para kazanmışlardır. Bir kongre dönüşü, sözde turistik maksatla uğradığım Paris’te bile Henry Miller’i, James Joyce’u misafir eden meşhur kitapçı ve yayıncının, Shakespeare and Company’nin bile müşterisi olmuştum. İnsan Paris’te ne yapar? Tabiî ki kitap alır!
1981 Eylül’ünde Suudî Arabistan’a gitmeden önce Oxford’da, Oxfam’ın kullanılmış kitap satışından iki torba kitap almış, uçakta bagaj limitini aşacağımdan Suudî’deki üniversite adresine kargolatmıştım. Oxfam satışında bir kişi, bir torba kitap alabiliyordu ve içine ne koyarsanız koyun torba – galiba – 10 sterlindi.
Kitap ağırdır. İçeriğinden bahsetmiyorum. O da bazen ağırdır ama sonuçta yoğun ağaçtır kitap ve epey çeker. Bir ABD kitap yağmasından dönerken Frankfurt Havaalanı’nda, uçağın penceresinden görevlinin valizlerimizi uçağın kargo kapısına fırlattığını seyrediyordum. Koca bir valizi kolayca tutup attı. Ardında onun yarısı kadar, fakat kitap dolu valiz vardı. Kulpundan tutup bir hamle yaptı ve az kalsın sırt üstü yuvarlanıyordu.
AMAZON DEVRİMİ VE BİZİM DOLAR KURU KARŞI DEVRİMİMİZ
Sonra İnternet, sonra Amazon ve en sonunda elektronik kitap. O macera ayrı bir yazı eder ama yerim kalmayacak. İleri sarıp bugüne geleyim.
Amazon’la birlikte yurt dışına gitme zorunluğu kalmadı. Amazon’un sayfasında siparişinizi verir, kredi kartıyla ödemenizi yaparsınız ve kargoyu tercih ederseniz birkaç gün içinde kitabınız elinizde olurdu. Kargo pahalıydı. Bir hafta, on gün beklerseniz, daha ucuza da getirirdiniz. Yahut birkaç kitap birden ısmarlar, kitap başına kargo ücretini düşürürdünüz. Şimdi Kobo, Book Depository ve başka yerler de var.
Kitaplar 15-25, bilemediniz 30 dolar civarındaydı. Daha pahalıları da vardı ama çoğu bu rakamlardaydı. Ucuz değildi ama ulaşabilirdik.
Birkaç gün önce amazon.com’da, “Rekabetçi dolar kuru”ndan olmalı kitapların fiyatı 250-500 TL olmuş! ABD’de kitap fiyatları da yükseldi gerçi ama… Bugünlerde okuduğum Joseph Henrich’in eserlerine baktım. 500 TL’ye kadar çıkıyor. Hele bir tanesinin 1700 liraya ciltlisi de var. Alıp torunlarımın çeyizine mi koysam?
Dolarla mı maaş alıyorsunuz, patates soğan dolarla mı diye propaganda yapanlara: TL ile maaş alıp kitap/dergi getirecek üniversiteler, bilim adamlarına ne diyeceksiniz? Ne söyleyeceğinizi bulmanıza yardım edeyim: Ankara Üniversitesi’nin kütüphane bütçesi reddedilirken söylenmiş bir hikmetti: Oradaki bütün kitapları okumuşlar mı da yenisini istiyorlar?
Çare? Çare e-kitap. Onları nasıl ediniyorum? Bu soruyu biraz daha ileri götürürsem, kanun sınırlarını zorlarım. Yazımın başında o konulara girmeyeceğimi söylemiştim zaten.