Sakin olun her şey güzel her şey eskisi gibi
Bazı şeyler insanı öfke tsunamisine kaptırıyor. Deprem Allah’ın işi, peki, yanlış ruhsatlar, rüşvetle verilen ruhsatlar, binaların bir türlü depreme dayanıklılık kontrollerinin yapılmayıp gereken önlemlerin alınmaması kimin işi?
MÜHENDİS GEREKMEZ, DİPLOMA YETER
Sayın Uğur Dündar, 5 Kasım yazısında bir inşaat mühendisinin yakınmasını anlatmış. İşe başvuruyorum, müteahhidin teklifi şu: “Sen diplomanı yolla, evinde otur, ayda bin lira gönderelim”. Aa! Olur mu böyle şey? Soran var mı? Gerçekten biri soracak mı? Kim bu diplomanı gönder diyen? Eczacı diplomalarını bilirdik; demek şimdi mühendis diplomaları da tek başlarına para etmeye başladı. Yakında hekim, hukukçu falan diplomalarına da para vermeğe başlarlar. Dünyanın hiçbir yerinde yanında sahibi olmayan diploma bu kadar değerli değildir. Bilgiye bizim kadar önem veren başka toplum yok vallahi! Öyle ya, ne zaman diploma lâzım oldu da bulamadık?
Alt Akıl kitabımda yazmıştım. Biz mukavele yapmayız, şurayı, şurayı, şurayı imzalarız. Kredi alırken de rapor yazarken de hatta adam mezun ederken de. Şurayı, şurayı imzalarız. İnsanlar kapımızda onay beklemezler, imza beklerler. Ortası delik imza föylerinin arasına sokuşturulmuş kâğıtların, şurasını, şurasını, şurasını imzalanmasını beklerler. Laf dinleyen bürokratlarımızın imzalarını beklerler. İşte o imzalanacak ruhsatlara yapılan müracaatların dosyasında da o diplomaların fotokopisi vardır: Aslı gibidir!
YA SEÇİME KADAR DEPREM OLMAZSA?
Sonra o imzası alınmış binalar çöker. Enkaz kaldırma izni de bize gelir. Biz mi yazarız? Yok canım, yazılmış olarak gelir, hem de paraflanmıştır. Biz de şurayı, şurayı imzalarız. Ortası delikli imza föylerinin arasındaki kâğıtların. Sonra mucize olur, Elif ve Ayla kurtulur. Köfte göndeririz. Bizim dayanışmamızı eşsizdir.
Binaları kontrol edip, şu şu şu yıkılacak öteki üçü beşi için şu tedbirleri alacaksınız derseniz ne olur? Seçmeninizin ruhu duymaz. Hiç mi hiç oy getirmez. Fakat bir kısım adamların, hele canımız ciğerimiz, kalkınmamızın motoru müteahhitlerimizin canını sıkarsınız. Bina sakinlerinin de. Onların canı sıkılsın istemezsiniz değil mi? Ya seçime kadar deprem olmazsa? Boşa gitti bunca gayret. Ya olursa? Olursa biri çıkar, Allah’ın işi, kıyamet provası der, sonra mucizeydi, bebek kurtuldu falanla idare edersiniz.
Ne yani? Hiç mi inancınız yok? Kıyamet provası demiş koskoca Diyanet İşleri Reisi. Allah’ın da bir işi yapmadan önce prova yapmaya ihtiyacı var demek ki? Provasız yapmaya kalkar da ya beceremezse. Siz cümle yapıp ettiklerinizi Allah’a yükleyiniz. Bu kadar günahı hiçbir kul taşıyamaz. Belki bir gün dönüp siz de,”Hata yapmışım, Allah affetsin” dersiniz. Kim bilir?
Tövbe, tövbe, tevekkeli sofu imam dinden çıkarır dememişler!
DERİN DEVLET BİZİM İŞİMİZ
Muhalifler yazımı okuyup mutlu oluyorlardır. Eyyy muhalifler, siz iktidardayken daha mı farklı davrandınız? Yalnız sizin zamanınızda basın daha bir haşindi, nedense. Ve icra dışındaki kuvvetler de daha bir kuvvetliydi, nedense. Onun için tenkitlerin sesi daha yüksek çıkıyordu, o kadar.
ABD seçimleri… Sıkıcı. Trump atacak tutacak ve sonunda tıpış tıpış görevi Biden’e teslim edecek. Ne yani. İnsan dört yıl iktidarda kalır da basını, mahkemeleri ve sair şeyleri kontrol altına almaz mı? Beter ol. Hiç mi ders almazsınız? Davul senin boynunda, tokmak yok şu hâkimin, yok bu valinin elinde. Gerçi “derin devlet”i bizden almış ve ne demek olduğunu öğrenmişsiniz ama derin devleti hâl etmeyi becerememişsiniz; üstelik FETÖ de sizdeyken. Bakın adam az kaldı değil yalnız derinini, tamamını bitiriyordu burada. Rica edecektiniz, bir savcıyla bir mahkeme ayarlayıverirdi size. Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.
Sevgili okuyucum, bilmiyor muydun? Webster’e gidip “deep state”, yazın, etimolojisinde bakın ne çıkıyor: https://www.merriam-webster.com/dictionary/deep%20state Kâğıttan okuyanlar için buraya yazayım: “History and Etymology for deep state: translation of Turkish derin devlet”.
BANA NE, BANA NE…
Bir hastalık belirtisi midir? Olup bitene sanki dışardan bakıyorum. Bir şeyler oluyor ama bana olmuyor. Hep başkalarına oluyor. Gayet sakinim. Sanki yıkılan benim İzmir’im değil. Sanki giden bana hakaret eden Trump değil, sanki gelen ebter, kendi uydurdukları Ermeni soykırımını tanıyacak Biden değil. Sanki pul olan benim param değil. Sanki benim Uygurum öldürülürken, tecavüze uğrarken sesini çıkaramayan benim yönetimim değil. Hepsi olağan. Hepsi sanki daha önce seyrettiğim bir tiyatro gibi. Bu rahatlık içinde olan tek ben değilim ki. Maşallah sevgili ve kıymetli halkımın kısmı azamı da öyle. Fatih Kerimi yazıyor, Rumeli elden çıkarken İstanbul kahvehanelerinde halk tavla atıyormuş. Rahat… Rahat… Kıskanırlar tabi bizi. Kıskanmazlar mı!
Televizyon mucizeleri anlatıyor. Kaç millete nasip olur böyle mucizeler içinde yaşamak. Çok şükür.