Orta gelir tuzağı

Batı’nın ileri sıçrayışını, yani endüstri devrimini zamanında yakalayamamışsanız geri kalmış bir ülkesiniz. Yakaladınız mı, yakalamadınız mı; fakir misiniz, orta gelirli misiniz, yoksa Batı sizi kıskanıyor da siz onları çoktan geride mi bıraktınız? Bu soruların tamamının cevabı kişi başına millî gelirdir. Nasıl ölçerseniz ölçün, en ileridekiler 40 bin dolar ve üstünde dolaşırken siz onların dörtte birindeyseniz gerisiniz!

Efendim, biz ahlaklıyız da ondan böyle oldu; yok biz geri kalmadık, onlar bizi böyle geri bıraktırdı; onlar emperyalistti biz değildik… Bunların bir kısmı hikâyedir, bir kısmı doğrudur ama varsayalım hepsi gerçek olsun; sonuç değişmiyor: Gerisiniz! 21. asrın başında, satın alma paritesiyle kişi başı geliriniz 10 bin dolar civarındaysa, orta gelirdesiniz. Türkiye tam orada ve on yıllardır o civarda debelenip duruyor. Gerçi uzaya gidiyoruz falan ama kişi başına görece millî gelirimizin bir yere gittiği yok. Görece diyorum, çünkü kendinizi kendi geçmişinizle değil, dünyadaki diğer ülkelerin bugünü ile karşılaştırmalısınız. Yoksa en fakir ülkeler bile on yıllar öncesine göre daha zengindir. Anneannenizin bulaşık makinesi mi vardı, diye sorarak bu gerçekten kurtulamazsınız.

Türkiye orta gelirli. Yıllardır öyle. Buna tuzak da diyorlar: Orta gelir tuzağı. Bu çukurda Rusya ve Çin ile birlikteyiz. Daha başkaları da var.

ORTA GELİR NİÇİN TUZAK?

Dünyadaki diğer ülkelere göre daha fakir, bayağı daha fakir bir ülkeyi ele alalım. Kişi başına günde ancak birkaç dolar kazanılan, ancak o kadar değer yaratılan bir ülkeyi… Bu ülke nasıl kalkınır? Çok zor değil. Fakir ülke demek, fakir insanlar demek ve bunları, dünyadaki benzerlerinden daha düşük ücretlerle çalıştırabilirsiniz. Doğrudur; eğer kişinin yaptığı dünyada da piyasası olan bir işse; mesela bilim adamı, teknoloji ustası, hekim ve buna benzer bir becerisi varsa sizin düşük ücretinizi bırakıp göçer. Ama kol işçisinin, tarım işçisinin öyle gidip çalışabileceği yerler bugün pek fazla değildir. Siz onları dünya ortalamasının çok altında ücretlerle çalıştırırsınız. Onlar emek-yoğun mallar üretirler. Bunları dünyadakinden daha ucuza mal edersiniz. Bir de telif hakları, patent, çocuk işçi, çalışma şartları, çevre falan gibi zenginlerin dikkat ettiği, önemli ve fakat maliyetli unsurların da bir şekilde etrafından dolaşırsanız; kim tutar sizi. Dünyaya, 20. asır endüstrisinin mallarını satabilirsiniz. İyi yaparsanız, tıpkı zengin ülkelerin kalitesinde ve fakat onlardan kat kat daha ucuza.

Pek güzel ve pek âlâ…

Sonra ne olur. Ülke zenginleşir. Kişi başına gelir yükselir. O ucuz işçinizin gelirini de yükseltmek zorunda kalırsınız; yoksa büyük eşitsizlikler ve gelir dağılımında uçurumlar açılır. Toplumda huzursuzluk ve patlamalar meydana gelir. Tıpkı zenginler gibi üretim yapanlar, şimdi tıpkı zenginler gibi kazanmak, tıpkı zenginler gibi yaşamak isterler.

Bir bakarsınız ki artık ucuz işçilik avantajınız yoktur. Dahası, bu kolay yolu tutmuş ve ucuz işçilik avantajını kullanan başka ülkeler peyda olmuştur. Rusya ile rekabet edeceksiniz, Çin’le, Hindistan’la, Vietnam’la, Tayland’la rekabet edeceksiniz. Onlar sizden ucuza üretim yaparlar. Siz malınızı satamazsınız. Satmak için paranızın değerini düşürürsünüz; yani tekrar fakirleşirsiniz. Orta gelir tuzağının görünmez bir tavanıdır bu. Başınızı oraya çarpıp çarpıp aşağı düşersiniz. Bir yukarı, bir aşağı… “Negative feedback” dedikleri, “olumsuz geribesleme” diye tercüme edilen şey!

BAŞKA TÜRLÜ YAPMAK

Bir zamanlar, biz şunu yapabilir miyiz, bunu imal edebilir miyiz diye sormak modaydı. Bugün de aynı şeyleri soruyoruz. Bunlar orta gelir tuzağının soruları… Biz elektrikli araba üretebilir miyiz? Biz uzaya gidebilir miyiz? Pek tabiî evet ve evet… Ve buna benzer daha birçok evet var. Ama o kadar kolay evet diyemeyeceğiniz başka sorular var: Biz elektrikli arabayı başkalarından daha kaliteli ve daha ucuza üretebilir miyiz? Uzaya gideriz de orada ne yaparız? Uzaya uydu atmak, uydu üretmek gibi işlerden para kazanan ülkelerden daha rekabetçi olabilir miyiz?

Teknoloji bilgisi ortadadır. Gidip o bilgiyi üreten ülkelerden alıp yurt içinde uygulamak da kolaydır. Hatta İnternet çağında, oraya gitmeden de o bilgiyi alabilirsiniz. Zor olan okullarınızın o bilgiye ulaşmasını ve onu anlamasını bilen insan yetiştirmesi. Veya Çin’in yaptığı gibi o ülkelere öğrenci yollayıp döndüklerinde onlara yaptırabilirsiniz… Tıpkı onların yaptıkları gibi.

Fakat öyle bir düzeye çıkarsınız ki artık tıpkı onlar gibi yapmak yetmez. Artık onların yaptığından farklı şeyler yapmak gerekir. “Bu iş nasıl yapılır?” sorusu, fakirler için geçerli bir soru. “Bu iş herkesin yaptığından bambaşka bir türlü nasıl yapılır?” Bu zenginlerin ve zengin olacakların sorusu. Hatta “herkesin yaptığı bu malı, bu hizmeti mi yapmalı, yoksa şu anda kimsenin yapmadığı, düşünmediği, fakat ihtiyaç duyacağı, talep edeceği bambaşka bir malı, bir hizmeti mi üretmeli?” Bu daha da kıymetli bir soru!

Siz Ford’dan önce üretim bandını, DARPA’dan önce İnternet’i, Apple’dan önce kişisel bilgisayarı, Tim Berners-Lee’den önce WWW’yi düşünebildiniz mi? Şimdi neleri düşünmenin zamanıdır? Biliyor musunuz?

İşte buna inovasyon diyorlar; yenilik diyorlar. Biz bir zamanlar bid’at derdik.

YORUMLAR (33)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
33 Yorum