Kenya ve biz
Öyle kötülükler var ki artçı sarsıntıları, ilk darbeden daha yıkıcıdır. Hani virüs gibi. Virüs vücuda girer. Hissetmezsiniz bile. Fakat birkaç gün içinde vücudunuz bir virüs üretme laboratuvarına döner. Bu sizin için de çevreniz için de felakettir.
Bir yolsuzluk bir kurumu bitirmeyebilir. Bir hırsız da kurumu batırmaz. Fakat bir süre sonra hırsızlık kurumun kültürü hâline gelir. İyiler orayı terk eder. Kötüler kilit noktaları tutar. Bir hırsız iki, dört, sekiz diye artar. Artık oraya gelenler hırsızlık yapmak için gelirler. Kurumun amacı nedir; niçin kurulmuştur; umurlarında değildir. Bu sonun başlangıcıdır. İyiliğin ölümü, kokuşmuşluğun bütün bünyeyi sarması çabucak ilerler.
Dr. Laurence J. Peter 1968 tarihli Peter Prensibi eserinde tefessüh eden bir kurumu ve çöküş mekanizmalarını anlatır. Kitabın sonunda kültürü bu hâle gelmiş bir kurumun ancak yok edilip yeniden inşası gerektiğini yazar ve unutmadığım bir çizimle biter kitap. Kurum yakılmıştır. Bir kül yığınıdır; harabeden sadece ince bir duman tütmektedir.
Peter şirketlerden, kurumlardan bahsetmekteydi. Devlet kurumlardan kurulur. Fakat son tahlilde devlet de bir kurumdur. Mehmet Akif’in bu hâli tasvir eden 1913 tarihli şiirinden bir bölümü bir yıl önce bu sütuna almışım. Sadece iki mısraını tekrar edeyim:
Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir:
Rûh-i izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir.
Hâlimiz, çözülmüş- dağılmış bir vücudun hâlidir:/ Çöküşümüzün ruhu, ahlâkın çöküşüdür.
Önem verdiğim siyaset bilimi yazarlarından Francis Fukuyama, hâlâ en büyük eseri niteliğini koruyan Siyasî Düzen serisinin Siyasî Düzen ve Siyasî Çözülme başlıklı ikinci cildinde yolsuzlukların pençesinde kıvranan devletleri ve onların halkını anlatır. (2014, Türkçesi: Profil Kitap, 2018)
Artık yolsuzluk endemiktir. Öyle ki, siyasiler âdeta, “eğer yemeyeceksek, niçin siyasete girelim?” diye sorarlar.
YEME SIRASI BİZDE
Kenya bağımsızlığını aldıktan sonra Kikuyu kabilesi hâkim güçtü. Bu kabile İngilizlere karşı meşhur Mau Mau isyanına öncülük etti. Ülkenin kurucu başkanı Jomo Kenyatta da bu kabiledendi. Kenyatta’nın partisi sözde Leninistlik iddiasındadır ama aslında, daha doğuştan bir himaye dağıtım teşkilatıdır. Fukuyama anlatıyor: Devlet Kenya’da hizmet edilecek bir kurum değil, ele geçirilecek bir ödüldü. 1978 yılında Kenyatta’nın yerine seçimle Daniel Arap Moi geçince, âniden Kikuyular yerine Kalenjin kabilesi ve Moi’yi destekleyenler himaye görmeye başladı. İktidarı kaybeden parti, kâğıt üstünde, zenginden alıp yoksula vermeyi hedeflerken yeni iktidar, açıkça halktan alıp yandaşlarına verme yolunu seçti. Bu psikoloji, Michela Wrong’un “It’s Our Turn to Eat ~ Yeme Sırası Bizde” kitabında anlatılıyor. (Harper, 2010) Başlık bile konuyu pek güzel açıklıyor.
Weber, devleti, şiddet kullanma tekeli diye tanımlar. Güzel de eksik. Bazı hallerde halkın alın terini ve ürününü yeme ve yanaşmalara yedirme tekelliği de yapabiliyor. Hâkim felsefeler: Herkes çalıyor. Zengin demek hırsız demektir. Ve bir kere çalınca veya kendisine pay verilince, “Tamam artık. Ben de bu çamurdayım. Geri dönülmez. Heybemi doldurmaya bakayım.” düşüncesi… Bizim solumuz da sağımız da kapitalizme söve söve büyüdü. Sonra kendisini iş hayatında, yani kapitalist kimliğiyle bulunca, “namus gitti bir kere, iş demek hırsızlık demektir” düsturuyla hareket ettiler.
YANAŞMALAR BÜROKRASİSİ
Fukuyama, Kenya konusunda şöyle devam ediyor: Bağımsızlık sonrası Afika’da kökleri derinlere giden seçkinler yoktu. Koloni yönetiminden kurtuluş, yeni elitlerin ortaya çıkmasına yol açtı. Özellikle daha önce koloni yönetimine yakın durmuş şehirli okumuş sınıf… Bunların toprak sahibi aristokraside veya küçük kapitalist ekonomide kökleri bulunmadığından devleti ekonomik yükselişe giden ana yol diye değerlendirdi. Böylece Afrika’nın küçük çaplı devletleri yanaşma memurlarla dolduruldu. Bu hâl, kurumların hizmet görme kabiliyetini büsbütün zayıflattı. Siyaset, devleti ve devletin kaynaklarını ele geçirme yarışı hâline geldi. Farklı gruplar, “yeme sırası”nın kendilerine gelmesi için kuyruğa girdi. Bu şartlar altında kamu yararını temsil edecek veya elitleri disipline sokarak ekonominin rasyonel kurallarıyla oynamaya zorlayacak devamlı bir bürokrasi de vücut bulamadı.
Bizde çok şükür koloni yönetimi ve onları yanaşmaları hiç olmadı. Fakat hemen rahatlamayın. Bizim geleneğimizde de ezelden beri servet, devletten gelir. Osmanlı’da ticaret ve zanaatların, özellikle son dönemde sadece azınlıkların işi olarak görülüp aşağılandığını unutmayalım. Aynı sonuca çıkan birden fazla yol vardır. Özellikle düşülen çukurun cazibesi bir kara delik gibi fazla ise.