Evrim düşmanlığı: Hristiyan misyonlarının zaferi

Müslüman dünyasında evrimle ilgili düşüncelere bir göz atın. Beklenmeyen bir sürprizle karşılaşırsınız. Müslüman düşünürler, Batı’dan asırlar önce evrimi anlatıyor, evrimden söz ediyor.

Daha dokuzuncu asırda Cahiz Kitab el-Hayevan’da, ve İbn Miskeveyh, Tahzib ve Favz al-Asghar’da evrimin temel fikirlerini basbayağı anlatıyor. On dördüncü asrın dâhisi İbn-i Haldun, Mukaddime’de şöyle yazıyor:

“Mahlûkat dünyasına bakmalıyız. Madenlerle başladı ve dâhiyane ve tedrici bir tarzda bitki ve hayvanlara doğru gelişti. Madenlerin son safhası bitkilerin otlar ve tohumsuz bitkiler gibi ilk safhalarına bağlanır. Bitkilerin son aşamaları, mesela hurmalar ve üzümler, hayvanların ilk aşamalarına, sadece dokunma becerisi olan salyangoz ve kabuklu deniz hayvanlarına bağlanır. Bu mahlûkat hakkında kullandığımız “bağlanır” kelimesi, her grubun son safhasının bir sonraki grubun ilk safhası hâline gelmeğe hazır olduğu manasındadır. Sonra hayvanlar dünyası genişler, türleri sayısız hâle gelir ve tedrici bir yaratılış sürecinin sonu, düşünebilen, fikir yürütebilen insana uzanır. Bu yüksek insan aşamasına algı ve zekâya sahip fakat henüz gerçek fikretme ve düşünme seviyesine erişmemiş maymunların dünyasından ulaşılır. Bu noktada, maymunların dünyasından sonra, insanın ilk safhasına ulaşırız. Fizikî gözlemlerimizin sınırı bu kadardır.”

Son cümledeki “gözlem” vurgusu dikkat çekici. Bilime işaret ediyor. Bacon’dan iki asır önce! Haldun’un sosyolojideki olağan dışı başarısı da gözleme dayanmasındandır.

BİLİMLE VE DİN NİZASI

Zamanımıza daha yakın ve Türkiye’de en çok tanınan Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya gelelim. Onun 1757 tarihli Marifetname’sinde şunları okuruz:

Hak Teâlâ’nın tesiriyle ... Önce madenler hâsıl olup, ondan bitkiler peyda olup, ondan hayvanlar vücuda gelmiştir. Hayvan kemalini buldukta; insan ortaya çıkmıştır. Bu dört bileşik cismin bileşik aracısı da vardır... Madenler ile bitkiler arasında aracı mercandır... Bitkiler ile hayvanlar arasında aracı hurma ağacıdır... Hayvanlar ile insan arasında aracıların en belirgini maymundur. Zira ki, cümle azası, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi insana benzer.

Görüldüğü gibi tarihte Müslümanların ne evrimle ne de jeolojiyle bir sıkıntıları vardır.

O kadar yoktur ki Darwin’in çağdaşı bir bilim adamı, John William Draper, 1874 tarihli “Bilimle Din Arasındaki Çatışma” adlı kitabında, Katolik Kilisesi’ni, “insanın daha aşağı formlardan evrimini veya uzun bir zaman içinde tedrici gelişimini anlatan Muhammedî evrim teorisini” reddettiği için tenkid ediyordu. Bu eser 1313 (1897) tarihinde “Niza-i İlim ve Din” adıyla Türkçeye çevrildi. Tercümeyi yapan Ahmet Midhat Efendi bu kitapla, İslâm’ın bilime uygun, diğer dinlerin ise bilimle nizalı, yani çatışma hâlinde olduğunu göstermek istiyor ki bu hüküm pek de yanlış değildir.

YİRMİNCİ ASRA KADAR

Bu anlattıklarımızdan şaşırtıcı bir gerçek ortaya çıkıyor. Asırlar boyunca canlıların tedrici değişimi ve gelişimi, Müslüman düşünce adamları tarafından felsefe seviyesinde yazılıp çizilmiş. Bu, Darwin’den sonra da yaklaşık bir asır böyle devam etmiş. Meselâ, yukarıya ilgili pasajından alıntı yaptığım, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Marifetname’si (1757) ve Ahmet Midhat Efendi’nin 1897 tarihli Draper çevirisi, herhangi bir muhalefetle karşılaşmamış. 213 yıl boyunca kitabındaki evrim üzerine çıt çıkmayan İbrahim Hakkı’nın 1970 yılında sansürlendiğini ve Marifetname’deki ilgili pasajların o yılki baskıdan çıkarıldığını görüyoruz!

Niçin?

Çünkü bu tarihlerde Türkiye’deki Dinbazlar arasında Hristiyaniyat diyebileceğimiz bir Batı kopyacılığı başlıyor. Hristiyaniyat’ı, Müslüman düşünürlerce iyi bilinen “İsrailiyat”a benzeterek kullandım.

MİSYONERLERİN ZAFERİ!

Buraya kadar yazdıklarımda büyük çapta kendimden intihal yaptım. Aldığım kaynak, 2018’de yayımlanan Bilim, Din ve Türkçülük kitabımdır. Orada yirminci asırda başlayan bir Hristiyaniyat’tan bahsetmiş fakat ikinci niçini sormamıştım.

Bu Hristiyaniyat neden 20. asırda başlıyor? Niçin daha önce yok?

Yakın zamana kadar bu sorunun cevabını bilmiyordum. Cevabı, kaydını YouTube’da bulduğum bir televizyon programında dostum İlber Ortaylı vermiş. Fatih Altaylı, İlber Ortaylı ve Celal Şengör’ün o güzel programlarından birinde. Ortaylı, evrim aleyhtarlığının Türkiye’ye misyonerlerce sokulduğunu söylüyor.

Son derece makul. Zaman tutuyor: 19. asra kadar bizde rastlanmayan bu tavır, birden bire bu asrın sonunda ve 20. asrın başında ortaya çıkıyor. Türkiye’de misyoner faaliyetleri de Osmanlı’nın son zamanlarında, kapitülasyonların koruyucu şemsiyesi altında bu tarihlerde tavan yapıyor. 1914 yılında sadece Amerikan misyonlarının Türkiye’deki dökümü şöyle: 14 misyon, 200’ün üstünde alt istasyon ve 600 okul! (Heinrichs, American Ambassador, 2. baskı s 64, 1986) Batı kiliselerinin evrim karşıtlığı da Darwin’le, 19. aşırın ikinci yarısında başlar. Bu karşıtlık bizdeki misyonlarca da sürdürülmüştür.

YORUMLAR (106)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
106 Yorum