Dil kelimelerden ibaret değildir

Çirkinlik bazen karşımıza fiil çekimi kılığında çıkıyor. Hayali bir pasaj: Romen Diyojen Malazgirt Ovası’na doğru ilerlemiştir.

Sultan Alpaslan da buraya gelmiştir. Alparslan Diyojen’e elçi göndermiştir. Diyojen barışı kabul etmemiştir. Savaşılmıştır. Diyojen yenilmiştir. Esir edilmiştir. Sonra bırakılmıştır.

Miştir, muştur kadar sık tekrarlanan bir başka çekim mektedir, maktadır; hele hele, mektedirler, maktadırlar. Mişli geçmişin de mektedirler yapısının da yeri vardır; kullanılır. Fakat böyle alingirli bir çekim cümleler boyu kullanılmaz. Kullanılması için bir sebep de yoktur. Yukarıdaki Malazgirt hikâyesini bir de basit di’li geçmişle okuyunuz: ilerledi, geldi… Kulağı mıştır, muştur kadar tırmalamaz.

Mıştır, muşturların da, maktadırlar, mektedirlerin de korkudan kullanıldığını sanıyorum. Yazar yazamadığını biliyor. Başkalarının bunu anlamasından endişeleniyor. O yüzden söylediklerini, “ben demiyorum bak, herkesler böyle demişlerdir, böyle yazmaktadırlar” çekimleriyle sağlama almaya çalışıyor.

Fiil çekimlerinde gereksiz çoğullar da bir başka tuzak. Türkçede “kuşlar uçtu”, “yapraklar döküldü” deriz. Kuşlar uçtular, yapraklar döküldüler demeyiz. Hele yapraklar dökülmektedirler, kuşlar uçmuşlardır, hiç demeyiz. (Yağmur Tunalı’nın İki Gözüm Türkçe, 277-283 sayfalarına bir göz atın.)

BOĞAZ İSTANBUL İSE ÇOK DAHA FAZLA TERSK

Ikına sıkına yazınca, ferahlamak için cümlenin içine bol bol gereksiz “ise”, dahi manasına “de, da” atılıyor. Bir şey diğerinden uzun mu; “çok daha fazla uzun”, büyükse, “öteki ise berikinden çok daha fazla da büyüktür”, deyip rahatlıyorlar. Sanki daracık koridorlarda yürüyen cümleler birden düzlüğe çıkıp hoplayıp zıplayarak koşmaya başlıyor…

Nihayet, isim tamlamalarındaki felaketler: Erkek pantolon. Salihli kiraz. Portakal Sokak. Erkek pantolonu, Salihli kirazı, Portakal Sokağı olacakken. Bozulma henüz cadde isimlerine gelmedi. Ordu Cadde, Atatürk Cadde demiyoruz. Ama yakındır.

Türkçe’nin kelime dizininin amuda kalktığı, ters döndüğü haller de var. Falan Oteli yerine önce Falan Otel, sonra Otel Falan, en sonunda Hotel Falan. İstanbul Kanalı- İstanbul Kanal- Kanal İstanbul. Köşeyi dönünce karşınıza Boğaz İstanbul ile Deniz Marmara çıkacak.

NE OLUYOR?

Art arda birkaç izah sayayım. Hiç biri beni tam tatmin etmedi ama belki arayışa buralardan başlayabiliriz. Yine dilci McWhorter’in, bozulma yolundaki dilleri incelerken bir tespiti var: Güçlü bir dilin etkisinde kalan diller, basitleşiyor. Güçlü bir medeniyetin etkisinde de diyebilirsiniz. Egemenlik sahibi diller ise gittikçe daha ince ifadeler ararken eklerle, çekimlerle karmaşıklaşıp zenginleşiyor.

Fizikçi- Felsefeci Durmuş Hocaoğlu rahmetlinin de McWhorter’inkine benzer bir tespiti vardı. O güçlü bir medeniyetin, gücünü kaybetmiş bir başkasına etkisini, kuvvetli bir mıknatısın demir madenine etkisine benzetirdi. Güçlü mıknatıs, yakınlaştığı madenin kristal yapısını düzleştiriyor, kendinin basit bir kopyası hâline getiriyordu.

TAŞ AL- ET KES DİLLERİ AL TAŞ- KES ET DİLLERİ

Nihayet bir başka dilcinin, Guy Deutscher’in, tercümesi Metis Yayınları’ndan çıkan Dilin Aynasından eseri... Kitabın İngilizce ismini Dilin Açılışı diye de tercüme edebiliriz, dillerin evrimini anlatıyor.

En basit dilden başlıyor. Bir mağara adamı bir taşla az önce öldürdüğü avının etini kesiyor. Dil çok ilkel. Hiç ek yok. Şimdi diyor yazar, iki yapı mümkün. Birincisi: Taş al- Et kes. İkincisi Al taş- kes et. İşte diyor, birincisi Türkçe, Japonca ve birkaç başka dilin, ikincisi İngilizce ve diğer Hint Avrupa vs. dillerin yolunu açar. Ve bu seçim her şeyi değiştirir. Bizim taş al, et kes (ov: nesne- fiil) dillerinde son ekler vardır; diğerlerinde, (vo: fiil-nesne) dillerinde ön ekler. Bütün tamlamalar, çekimler, alt cümleler; hepsi, hepsi, bu ilk seçime göre sıraya girer.

Peki, bizim hatalar? Bizim hatalar “Orange Street-- Portakal Sokak”, “Continental Climate-- “Karasal İklim” saçmalıklarımızdan doğdu. Portakal Sokağı, Kara İklimi olacakken. Üzerinde çalıştığım ders kitabında kara iklimi yazmaya çalışıyorum, “Aman hocam, LKS’de böyle soruyorlar, sonra kalır bizim çocuklar.” diyorlar.

Türkçe’nin kafasına vura vura, sen nesne-fiil dili değilsin, sen fiil-nesne dilisin dedik. Sonek alma, bak zenginler önek kullanıyor dedik. Ekler şaşırınca kelimelerimiz ipliği kopan tespih taneleri gibi dağılıverdi. Şimdi yazamayanlar bir sürü kelimeyi, Deutscher’in mağara adamı gibi sayfaya diziyor: Al taş, kes et. Ek yok, çekim yok. Olan ekler, çekimler ithal. Sonra araya gereksiz kelimeler sokuşturarak keşmekeşe bir düzen vermeye çalışmaktadırlar, hatta belki de vermiştirler…

Geçen yazımdaki gibi yanlış—doğrusu listesini aşağıya alıyorum. Bakalım mağara adamının sesini duyacak mısınız?

  • toplumsal yaşam içerisinde demokrasi— toplum yaşamında demokrasi l kriterler bakımından uygun bulunan…— kriterlere uyan
  • falan olarak tanımlanır .... — falan denir
  • görselin altında yazan yazı— şeklin altındaki yazı
  • yukarıda verilen Atatürk’ün sözünü— Atatürk’ün yukarıdaki sözünü
  • eğitim anlamındaki gelişmeler— eğitimdeki gelişmeler
  • teknolojik ve toplumsal olarak yaşanan değişimler— teknoloji ve toplumdaki değişim
  • yazılımsal ve donanımsal sistemler— yazılım ve donanım sistemleri
  • yemeğin pişmesi durumunda— yemek pişince

YORUMLAR (12)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
12 Yorum