Çin şişeden çıkar mı? Ya biz?

Yenilik getirene, icat yapana ne yapılır? Aşağıdaki satırlar Evliya Çelebi’den. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin, yapma kanatlarla Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçuşundan sonra başına gelenleri anlatıyor:

İptida, Okmeydanı’nın minberi üzere, rüzgâr şiddetinden kartal kanatları ile sekiz, dokuz kere havada pervaz ederek talim etmiştir. Badehu Sultan Murad Han Sarayburnu’nda Sinan Paşa Köşkü’nden temaşa ederken, Galata Kulesi’nin taa zirve-i bâlâsından lodos rüzgârı ile uçarak, Üsküdar’da Doğancılar meydanına inmiştir. Bu olay Osmanlı Devleti’nde ve Avrupa’da büyük yankı buldu ve dönemin padişahı IV. Murad tarafından da beğenildi. Sonra Murad Han, kendisine bir kese altın ihsan ederek: “Bu adam pek havf edilecek (korkulacak) bir ademdir. Her ne murad ederse, elinden geliyor. Böyle kimselerin bekası caiz değil” diye Gâzir’e (Cezayir) nefyeylemiştir (sürmüştür). Orada merhum oldu.”

Dostum, tarihçi İlber Ortaylı, böyle bir uçuş, hatta böyle bir mucidin hiç olmadığını söylüyor; rahmetli Halil İnalcık da ona katılıyor. Fakat benim dikkat çekmek istediğim nokta başka: Uçmak gibi olağanüstü bir başarı karşısında 1) padişahtan bir kese altın ve 2) bu adam tehlikeli diye sürgün edilme hikâyesini insanların olağan karşılaması. Şimdiye kadar Hezarfen uçtu, hayır uçmadı tartışması yapıldı ama bir kese altına ve sürgüne “Hadi canım, mucit de sürülür müymüş?”, “Bir kese altın; hepsi bu mu, hikâye burada biter mi?” diye itiraz edene rastlamadım. Rasathaneyi topa tutup yıktıran bir zihniyet için bunlar çok da garip değil demek ki…

ÇİN ŞİŞEDEN ÇIKAR MI?

Aşağıdaki pasajı da yıllar önce, şimdi kaybettiğim, bir kaynaktan tercüme etmişim:

Çin’de bir mucidin beklentisi; icadının imparatora takdimi, eserinin onun beğenisini kazanması ve bu sayede saraya alınmaktı. Bu, yeni bir şeyler icat etmek için bir teşvikti ama Batı’daki gibi icadın piyasaya çıkarılarak ondan para kazanılması düşünülmezdi.”

Nitekim eski Çin’de birçok şeyin icat edildiği bilinir. Gutenberg’in dünyayı değiştiren matbaası 15. asırdadır. Çin’de matbaa bundan 5 asır önce, ta 9. asırda var. Orada pek bir şeyi değiştirmemiş. Öylece kalmış. Barutu da bulmuşlar. Havai fişek yapımında kullanıp eğlenmişler.

Yürümeyen, gelişmeyen keşifler arasında en çarpıcısı coğrafya keşifleridir. Çin, Kristof Kolomb’dan 70 yıl önce, tek kelimeyle muazzam bir keşif filosuyla dünyayı keşfe çıktı. Filonun başında bir Türk kapıkulu, Amiral Zeng He vardı. Sonra Çin’de iktidar değişti. Sarayda bir hizbin başlattığı proje, yeni iktidar döneminde iptal edildi; hatta son iki keşif gezisinin seyir defterleri de yok edildi. Son gezinin Amerika’ya da vardığı iddia edilir. Ayrıntıları, Niçin Geri Kaldık? kitabımda anlattım.

BİZE MATBAA GEREKMEZ

Matbaa bize, yani Osmanlı’ya Gutenberg’ten asırlar sonra gelir. Bu da üzülerek anlattığımız bir hikâyedir. Orada hızla yayılıp bilgi devrimini başlatan matbaa, bize niçin o kadar geç geldi? Bu soruyu, önce, rahmetli tarihçimiz, dostluğuna mazhar olduğum Yılmaz Öztuna’ya sormuştum. O, bu konuya dostum İlber Ortaylı’nın hâkim olduğunu söyleyip ona sormamı tavsiye etmişti. Öyle yaptım. İlber Hoca, önce o sevimli gülücüğünü patlattı ve şöyle devam etti:

Ne yani, adam sabah işe giderken hanımı, “Bey, akşam gelirken bir Leyla ile Mecnun getir de hep beraber okuyalım” mı diyecekti? Böyle bir talep yoktu. Hâlbuki İtalyan şehirlerinde duvar gazeteleri çıkıyor ve halk bunları yoğun şekilde okuyordu. Ticarî gemilerin gidiş, gelişleri, başka haberler…”

BİLGİ VE BİLGİN YETMİYOR

Luther, Katolik kilisesine karşı isyan anlamındaki Reform’u Wittenberg kilisesinin kapısına çivilediği 95 tezle başlattı. Fakat hemen sonra, tezler kapıya çivilenmek yerine matbaada çoğaltıldı. Reform matbaasız ne kadar yürürdü acaba? İncil’i millî dillerle yayımlamak Reform’un öldürücü hamlesiydi muhakkak. Matbaa olmasaydı bu ne kadar etkili olurdu? Reform’u matbaa taşıdı. Fakat tersi de doğrudur. Matbaayı da Reform sırtladı. İcat Katolik ülkelerde değil, Protestanlığın galip geldiği ülkelerde patlama hâlinde yayıldı.

İcat için, keşif için bilgi gereklidir. Bu bilgiye sahip, bu bilgiyi öğrenmiş nesiller yetiştirmek de gereklidir. Fakat bunlar yetmez.

Cuma yazımdaki uyarıyı tekrar edeyim: Bilgi ve bilgili insan gücü, inovasyonun tohumları gibidir. Fakat tohumun varlığı, ürün almaya yetmez. O tohumun atılacağı, o tohumu besleyip büyütecek toprak da gerekir. Çin’de, Katolik ülkelerde ve bizde matbaa inovasyonunun yeşereceği toprak yoktu. Protestan ülkelerde vardı.

Binlerce, yüz binlerce Hezarfen yetiştirmeliyiz. Gerçek Hezarfen; Evliya Çelebi’nin kurmacasındaki değil. Fakat bu Hezarfen uçtuğunda ona sadece bir torba altın vererek sürmeyeceğiz. (Şimdi sürülmeden Batı’ya gidiyorlar zaten? Hezarfenlerimize, icadını geliştirmesi için risk sermayesi de sağlamalıyız. Sonra o icatla milyarder olma, yüzbinlere istihdam sağlama ve Türkiye’de gerçekten kıskanılacak bir endüstri kurma ümidini de vermeliyiz.

YORUMLAR (26)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
26 Yorum