Bütün Tandoğanların ruhu bende yaşıyor
Gözümde her muhalif hain olup çıkıyor
Her şeyi kontrol için yanıyor, yanıyorum
Bütün Tandoğanların ruhu bende yaşıyor
Alkış tutmayanları terörist sanıyorum
Büyük bir musibet, küçük de olsa bazı güzellikler gösterdi. Geçen haftaki yazımda “Bir gençlik geliyor- Biz milletmişiz” başlığıyla birbirimize sevgimizi, dayanışmamızı hissettiğim kadarıyla yazmıştım.
Yalnız gençler değil, her yaştan insan depremzedelerin yardımına koştu. Gidebilenler, saatler içinde hareket edip, Millî Düşünce Merkezi Başkanı Hakan Paksoy’un deyişiyle, “İki taş atmaya” koştu. (Bu başlığı taşıyan dörtlü seriye bakınız:) Tek tek insanlar, “Ben falan makineyi kullanırım.”, “Ben demir keserim.” diye koşuştu. Bir marifeti olmayanlar da yapacak bir şey bulurum diye gitti. STK’lar en üst viteste çalıştı.
Devletin görevli kurumları da koştu ve koşacaktı tabii ama özellikle ilk iki günde devlet gücünden beklenen etkiyi hissettiremediler. Sayıca ve imkânca, büyük felaketin boyuyla orantılı bir tepki veremediler. Sonra biraz toparlandılar. Bu yazı yazılırken felaketin neredeyse yirminci günü ve çadır sayısında, çadır kentlere gerekli hizmetlerde ve bilenlerin tek tek saydığı daha başka alanlarda hâlâ yetersizlik var.
YA BENİMSİN YA KİMSENİN
Olabilir. Yetkililerin görevi, bir an önce eksik, gedik ne varsa tamamlamak; bizim görevimiz de gördüğümüzü paylaşmak, uyarmaktır.
İktidarın ne yapmasını beklerdiniz? Baraj tanımayan millî sevgi selini kucaklamasını, gönüllüleri teşvik etmesini ve onların sunduğu imkânları kendi imkân ve çabasına eklemesini değil mi? Sevgi, merhamet ve yardım paylaşıldıkça eksilmeyen, çoğalan güzelliklerdir. Değil mi?
Fakat ne görelim? Hayretle “iktidar sahipleri” cehennemî suratlarla halkın sevgi patlamasına hakaret ediyor. Aşağılıyor.
Bu hâli, Türkiye’yi bilmeyen insanlara anlatsam inanmazlar. Bana olayları çarpıtan bir garip adam diye bakarlar. Çadır yetmedi mi dedin? Ahlâksızsın, aşağılıksın, adisin!
Sonra bir yarış: O yapmadı ben yaptım. Yardım mı lazım? Ben yaparım, size ne oluyor! Para mı lazım, ben toplarım… Ve her uzanan ele şamar vurulmaya çalışılıyor. Sivil Toplum Kuruluşları, “Elhamdülillah kurduk.” denilen trol ordularının saldırısına uğruyor.
KAPATIN ÇENENİZİ!
Anlaşılıyor ki öncelik ne yapıldığında veya ne yapılamadığında değil. Beceremediklerimiz de önemli deği. Bizim derdimiz, dumanın nasıl çıktığı. Şu eksik, bu eksik, diyenler demesin. Diyemesin. Önce Twitter saatlerce kapatıldı, yavaşlatıldı. Twitter ve başka İnternet araçları, ilk kritik saatlerde, insanların yardım çığlıklarını duyurabildikleri yerlerdi, soluk borusuydu. Soluk borusu moluk borusu, muhalifse sıkın boğazını! Sonra sıra Ekşi Sözlük’e geldi. Kırk defa söylendi. Kabul etmeyen kalmadı. Bir mesaj kanunsuzsa, topluma gerçekten zararlıysa, mahkeme kararıyla o mesaja erişilmesini engelleyin. Ama mesajın iletildiği ortamı engellemeyin. Anlamayanlara anlatayım: Telefonda biri bana küfretti diye, telefon hizmetini kapatamam.
Biz kapatırız. Televizyonu da kapatırız. Kitap da toplatırız.
Sonuç: Eğer insanlar kurtarılacaksa biz kurtarırız. Size ne oluyor? Onlara yardım yapılacaksa biz yaparız. Oturun oturduğunuz yerde.
Biz var ya biz, güzel görüneceğiz, iyi görüneceğiz. Bu yetmez: Bizden başka herkes kötü görünecek.
Bizim yaptıklarımız da mükemmel, yapamadıklarımız onlardan da mükemmel. Siz diğerleri; aşağılık, ahlâksız, rezilsiniz; çenenizi kapatın.
1944’E DÖNÜŞ
Şimdi hızla ev yapacağız. Projeleri, daha enkazdaki insanların tamamı can vermeden, hâlâ ses gelirken yaptırdık. Kime mi yaptırdık? Size ne? Biz yaparız, yaptırırız. Siz oturun ve alkış tutun.
Bilmeyenler vardır. CHP’nin 1940’lı yıllarında, tek parti devrinde, sonra Demokrat Parti devrinde de iktidar, komünist tevkifatları yapardı. Belli aralıklarla komünist olan ve bazen de olmayanlar toplanırdı. Sonra 1944’te milliyetçiler toplandı. Hep beraber aynı hapishanelere tıkıldılar. Rivayet odur ki Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, hapishaneyi ziyarete gelmiş ve bir komünistin hücresinin önünde durup, “Neymiş? Komünizmi mi getirecekmişsiniz. Gerekiyorsa biz getiririz! Size ne oluyor.” buyurmuş.
Bu anekdot çok yaygın. Valiydi diyen, Ankara Emniyet Müdürü idi diyen… Ben, aynı hapishanede kalıp da hatıralarını yazan milliyetçilerin kaleminden okudum. Nedense bugünlerden pek farklı gelmedi bana. Ve o ilhamla, Ömer Bedrettin Uşaklı’nın, Deniz şiirini uyarladım, yazımın tepesine koydum.
İtiraf ediyorum: O güzel şiiri bu hâle getirmek gerçekten bir sanat suçudur. Rahmetli Uşaklı’dan af dileyerek dörtlüğün kirletilmemiş aslını da vereyim:
Gözümde bir damla su deniz olup taşıyor
Çöllerde kalmış gibi yanıyor, yanıyorum
Bütün gemicilerin ruhu bende yaşıyor
Başımdaki gökleri bir deniz sanıyorum