Bir gecede hem cahil hem fikirsiz kalmışlar
Şahıslarla, sonra olaylarla ve en son da kavramlarla uğraşıyoruz demiştim. Bu sıralama aynı zamanda sırasıyla küçük zekâ- ortanca zekâ- büyük zekâ sıralamasıydı… Geçen haftanın sonunda Ak Parti Grup Başkan Vekili Mahir Ünal, bir konuşma yaptı ve çoğunluk o şahsa ve o beyanatla, yani olayla uğraşmaya başladı.
Şimdi ben de aynı hatayı yapıp o konuşmayı ele alacağım. Ama kendimi haklı çıkarmak için bazı sebepler sayacağım: Mahir Ünal’ın sözleri ve tavrı bir kişinin, Türk siyaset hayatından ve çevreden soyutlanmış sipsivri bir çıkışı değildir. Bu bizdeki sağın bir bölümünün artık gelenekleşmiş ve giderek o mahalleye hâkim olmuş tutumunun ifadesidir.
O MAHALLENİN TARZI
Nedir bu tutum ve konuşma tarzı?
Evvela: İfade bombastik olmalıdır. “Oturup düşünelim, konuşalım, bak benim böyle fikirlerim var, sen ne dersin?” falan gibi tartışmalara kapalıdır. Haklılığından ve doğruluğundan o kadar emindir işte. Bu tutumu daha önce, “Cart kaba kaat!” tavrı olarak anlatmış ve “Cartizm” diye etiketlemiştim.
Saniyen: “Bizim bir altın çağımız vardı. Hainler onu yok ettiler, devirdiler; bugünkü zavallı hâle bizi mahkûm ettiler.” havası hâkim olmalıdır.
Salisen: Biz ne yapacağımızı biliriz ama söylemeyiz. Hem sırdır hem söylenmesi yasaktır. Biz mağduruz, mağdur…
Rabian: “Ben ne yapacağımı biliyorum ama bırakmıyorlar işte. Keşke şöyle bir iktidara gelsek… İktidara gelmek yetmez, şöyle birkaç on yıl orada kalsak. Kalmak yetmez, ben de iktidarın önemli bir koltuğuna otursam… Şu vesayet anayasasını birkaç defa değiştirecek güce erişsek. Millî Eğitim’i, Kültür Bakanlığı’nı falan ele geçirsek… İşte o zaman sizi o eski altın çağa döndürürüm döndürmesine ama bırakmazlar ki...”
ESTAĞFURULLAH
Şimdi bom diye veya isterseniz cart diye ortaya çıkan o sözleri hatırlayalım: “Ama maalesef bir kültür devrimi olarak cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünmemizi yok etmiştir.” ve “Bugün konuştuğumuz Türkçe’nin düşünce üretebilmesi mümkün değildir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece ihtiyaçlarımızı karşılayabiliriz, konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz.”
Sayın Ünal’ı tenkit edeceksek söze estağfurullah diye başlamamız gerek. Çünkü sözlerini ciddiye alırsak yukardaki satırlarda düşünce yoktur; Ünal, sadece ihtiyaçlarını gideriyor dememiz lazım.
Estağfurullah dedikten sonra bir sorayım: Türkiye’de Yahya Kemal’den, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan, Kemal Tahir’den bugüne Cumhuriyet döneminin verdiği eserlerin kat be kat fazlası Cumhuriyet’ten önce mi verilmişti? Ünal bir kitap fuarında konuşmuş. Osmanlı döneminde milyonlarla kitap, on binlerce başlık fuardan fuara satılıyor muydu? Okuma yazma yüzde yüzü zorluyor, herkes çatır çatır okuyup yazıyor muydu?
MÜMKÜN MERTEBE YAZMAK DAHİ ŞART OLACAKTIR
Size Osmanlı döneminden küçük bir lezzet sunayım. Birinci Meşrutiyetin Teşkilâtı Esasiye Kanunu’nun 68. Maddesi şöyle başlıyor:
“MADDE 68.- Heyeti Mebusan için azalığa intihabı caiz olmıyanlar şunlardır: Evvelâ tebai devleti aliyeden olmıyan saniyen nizamı mahsusu mucibince muvakkaten hizmeti ecnebiye imtiyazını haiz olan salisen türkçe bilmiyen…” diye başlayan maddenin son cümlesi şöyle: “Dört seneden sonra icra olunacak intihaplarda mebus olmak için türkçe okumak ve mümkün mertebe yazmak dahi şart olacaktır.”
(Yazımın başındaki “evvela, saniyen, salisen vs. tadadının ilhamı bu maddeden geldi. Maddede aşaran’a – onuncuya- kadar gidiliyor.)
Öyle anlaşılıyor ki Mahir Ünal’ın sonlanmasından ye’se kapıldığı, melül, mahsun, kederli, hüzünlü, bir buhrana sürüklendiği, tahribinden inkisarı hayale duçar olduğu Osmanlı yüksek kültürü döneminde neymiş? Milletvekillerinin Türkçe konuşmaları yeterliymiş de okur yazar olmasalar da olurmuş. Ancak bir dahaki seçimde okumalarına da bakılacağı söyleniyor. Yazmalarına gelince. Artık o kadarı da fazla diye düşünülmüş ve “mümkün mertebe yazmaları” istenmiş. Ama endişeye mahal yok; 1877 meclisinde değil, bir daha seferki seçimlerde… O bir daha seferki seçim de bir türlü gelmedi biliyorsunuz.
OSMANLIDA VE CUMHURİYETTE KİTAP
Gerçek şu ki, Arap harfleri döneminde bugünkü Türkiye coğrafyasındaki okuryazar sayısı muhtemelen günümüz Türkiye’sinde eski yazıyı okuyabilen sayısından kat kat fazla değildir.
Şurası muhakkaktır ki Cumhuriyet devrinde basılan ve satılan kitap sayıları, Osmanlı döneminin altı asrındaki toplamından büyüktür demeyeceğim: Yüzbinlerce katıdır. Bugün bir yılda yayımlanan kitap başlığı, bütün Osmanlı dönemindeki kitap başlığından fazladır. O “altın çağ kültürü” 1447’de Gutenberg’le başlayan matbaayı asırlarca kapıdan içeri sokmadı. Sonra sokar gibi oldu ama Türkçe baskıyı yasakladı. Nihayet sakın dini kitaplar basmayın diye izin verdiğinde de yıllar boyunca basılan kitap adedi bir elin parmaklarını geçmedi. İlk Türkçe basılı kitap, Vankulu Mehmet Paşa’nın “Vankulu Lügati”, İbrahim Müteferrika’nın matbaasında 1729’da yayımlanmış! Matbaanın gecikmesi, 1729- 1447 = 282 yıl!
Mahir Ünal’ın söylediklerinin hiç mi doğru tarafı yok? Var tabii. Genel kültürde ciddî bir kalite kaybı var. Yalnız bu kayıp da öyle 1920’lerde, 1930’larda değil, “muhafazakâr” iktidarlar zamanında vukua geldi. Demokrat Parti iktidarında, Demirel, Özal döneminde, Erbakanlı koalisyonlarda ama galiba en çok da son 20 yılda; Mahir Ünal’ın Grup Başkan Vekilliği yaptığı partinin mutlak iktidarında. Bunu konuşmalıyız.