Bir devletin bir müfredatı olur
Her devletin bir temel eğitim müfredatı olur. Müfredatsız devlet ya yoktur, varsa da yakında yok olacaktır.
Devleti millet kurar… Devlet, milletin teşkilatından ibarettir. Fakat milletin kurduğu devlet, o milletin çocuklarına ilk eğitimlerini verir ve hem milletin hem de devletin sürekliliğini sağlar. Nedir bu eğitim? O milleti o millet yapan değerlerdir. Bu temel eğitimdedir ki çocuk, mensubiyetinin şuuruna varır. Ben bu milletin insanıyım der.
Modern toplumun, bürokrasinin kan dolaşımını sağlayan standart Türkçe de bu ilköğretimde verilir. Bu eğitim olmasa, dil dil olmaz, lehçeler hâlinde kalırdı. Temel eğitim, temel müfredat yokluğunda Denizlili, Gaziantepli’yi anlayamazdı. Ne devlet daireleri arasında, ne de özel sektörde iletişim sağlanabilirdi. Özetle devlet çalışamazdı. Sosyolog Gellner’in “bağlamdan bağımsız dil” dediği standart lisan budur. Yani el kol hareketi yapılmadan, yazanın ne demek istediğini anlatabildiği; daha de önemlisi okuyanın onun kastini tıpkı onun kastettiği gibi anladığı dil: “Lisan, ordusu ve donanması olan bir lehçedir!” İsterseniz devleti olan deyiniz. …
Ve devletin şekli
Nihayet ülkenin rejimine bağlılık da temel eğitimde öğrenilir. Türk çocukları cumhuriyeti, demokrasiyi, kanunlara niçin itaat edilmesi gerektiğini, hangi hareketlerin meşru, hangilerinin gayrı meşru olduğunu da ilköğretimde öğrenirler.
Geçen Cumartesi, 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü’nün tertiplediği “Türkiye’de Tarikat- Cemaat Yapılanması ve Tehditler” panelinde dinleyiciydim. Panelde iki ilahiyatçı, Prof. Dr. Nusret Çam ve Prof. Dr. Sönmez Kutlu vardı. İki de yazar: Rıza Zelyut ve Saygı Öztürk. Keşke orada olabilseydiniz. Ben yukarıda anlattıklarımın ışığında bir başka panelistin, Prof. Dr. Esergül Balcı’nın anlattıklarını nakletmek istiyorum. Prof. Balcı, Türkiye’de eğitim sektöründe mevzilenmiş tarikat ve cemaat yapılarını incelemiş. Onların özel okullarını, yurtlarını, Kur’an kurslarını. Bir de kanun dışı, fakat herkesin görüp de görmezden geldiği medreseler ve gayrı resmî yurtlar ve kurslar var. Prof. Balcı, bunlar, 'bir milyondan fazla öğrenciyi kapsıyor' diyor.
Sizin toplum hangisi?
Birinci sorum şu: Bu tarikat ve cemaatlerin bu çocuklara aktardığı değerler, telkin ettiği rejim ve devlet sistemi Türk milletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve demokrasinin değerleri midir? Onların öğrettiği meşru ve gayrı meşru, Türkiye Cumhuriyeti’nin meşru ve gayrı meşrusu ile aynı mıdır? O çocuklar bu ilk basamağın sonunda kendilerini Türkiye Cumhuriyeti’ne mi, yoksa falan şıha, falanca gavsa mı bağlı hisseder?
Hiç kimse, hele bugünkü iktidarımız bu sorulara, “Ne önemi, ne anlamı var?” diyemez. Niçin diyemez? Çünkü başlarından bir FETÖ geçti.
“Ne telkin ederlerse etsinler, çocukları kime mensup kılarlarsa kılsınlar, beni sokmayan yılan bin yaşasın; hatta onlarla menzilimiz birdir... Ama beni sokmaya kalkarlarsa, işte o saldırdıkları güne ‘milat’ der ve ondan sonra hesaplarını görürüm.” diyemezler. Bir ülkenin sınırları içinde iki egemenlik yan yana yaşayamaz. Aksi takdirde… Aksi takdirde yepyeni FETÖ’ler çıkar ortaya.
Belli bir yaşa kadar!
Peki, fikir hürriyeti? İnsanlar tek tip olmak zorunda mı? Hayır. Tek tip olmak zorunda değil. Ama iş devletse, belli bir yaşa kadar, siz tek tip değerleri vermeğe, tek tip müfredat uygulamaya mecbursunuz. Tevhidi tedrisat tam budur işte. Modern devletin temelinde bu vardır. Bir devletin bir müfredatı olur.
Belli bir yaşa kadar. Lütfen cevap veriniz: Televizyonda hangi yaşa hangi filmin, görüntünün, konuşmanın yayımlanacağını belirlemiyor musunuz? Alkol, sigara almaya yaş sınırı getiriyor musunuz? Fikir hürriyeti var. Tek tipçi olmayın, bırakın altı yaşındakiler şiddet, dokuz yaşındakiler cinsellik seyretsin, sekiz yaşında alkol, yedi yaşında sigara çeksin diyor musunuz? Buluğa ermemiş çocukları şıha, gavsa, FETÖ’ye mi yoksa Türkiye Cumhuriyeti’ne mi mensup olacakları seçiminde hür bırakmak çıplaklık veya alkolde serbest bırakmaktan daha mı tehlikesiz?
Bir cemiyete mensubiyet insanın genetiğinde var. Fakat genetiğimizde bir şey daha var. Harvard’ın emekli psikoloji Profesörü Robert Kegan’ın “Sosyal Safha”sı var. Bu gencin sorgulamadan, sırf mensup olma şehvetiyle mensup olduğu, bağlanacak bir cemaat, bir cemiyet, bir kimlik aradığı safha. Hani stadyumlarda seyrettiğiniz “Ölmeğe, ölmeğe, ölmeğe geldik!” safhası. İşte bu safhada çocuklarımızı tarikata, şeyhe, gavsa bırakamazsınız. Bırakırsanız, onlar Türkiye’nin değil onların adamı olurlar. “Varlığım şeyhin, seydanın, gavsın varlığına armağan olsun” diyen nesiller çıkar karşınıza. Menziliniz aynı değilse, yol yakınken durdurmak zorundasınız. Bu defa milat alarmı gecikebilir.