Bilgi yükseklere erişemez
Sovyet generali içinden, ‘Bu kadar palmiye ağacı yetmez.’ diye düşündü. Temmuz 1962 idi, Ukrayna doğumlu Kızıl Ordu füze bölümünün 43 yaşındaki komutanı Igor Statsenko, bir helikopterle orta ve batı Küba üzerinde uçuyordu.”
Geçen Pazar, e-posta kutuma bir mesaj düştü. Foreign Affairs dergisi, “Yaz Okumaları” dizisinden bir makaleyi tavsiye ediyordu. Sergey Radchenko ve Vladislav Zubok’un ta bir yıl önce yayımlanan “Uçurumun Kenarında Hata Yapmak: Küba Füze Krizinin Gizli Tarihi ve Alınmayan Dersleri” makalesini… ABD’nin devlete yakınlığı ile bilinen bu önde gelen bu dış siyaset dergisi belki de Rus yetkililerin kendi tarihlerine bir daha bakmalarını sağlamanın peşindeydi. Yukarıdaki cümleleri o makaleden aldım. Makale şöyle devam ediyor:
“Altında az sayıda yol ve çok az ağaç bulunan engebeli bir arazi uzanıyordu. Yedi hafta önce, amiri -Sovyet Stratejik Füze Kuvvetleri Komutanı- Sergei Biryuzov tarım uzmanı kılığında Küba’ya gitmişti. Biryuzov ülkenin başbakanı Fidel Kastro ile görüşmüş ve Sovyetler Birliği lideri Nikita Kruşçev’in Küba topraklarına balistik nükleer füzeler yerleştirilmesi yönündeki sıra dışı teklifini onunla paylaşmıştı. Topçu olarak eğitilmiş ve füzeler konusunda pek bilgisi bulunmayan Biryuzov, Kruşçev’e füzelerin adanın bol palmiye ağaçlarının yaprakları altında güvenle saklanabileceğini söylemek için Sovyetler Birliği’ne döndü.”
YANILDIN DE DİYEBİLİRSEN
Füzeleri palmiye ağaçlarının altına saklama teklifi, Sovyet füzelerini misafir ederek ABD’ye karşı bir SSCB kalkanı oluşturma arzusundaki Kastro’dan gelmişti.
“Ancak Statsenko soğukkanlı bir profesyoneldi ve Küba’daki sahaları havadan incelediğinde bu fikrin saçma olduğunu anladı. O ve keşif ekibindeki diğer Sovyet subayları sorunu derhal üstlerine iletti. Füze üslerinin olması gereken bölgelerde palmiye ağaçlarının 40 ila 50 metre aralıklarla durduğunu ve zeminin yalnızca on altıda birini kapladığını belirttiler. Silahları 90 mil kuzeydeki süper güçten saklamanın hiçbir yolu yoktu.”
Onlar, liderliğin ilk değerlendirmesinin ve talimatının uygulanamayacağını üstlerine bildirmeye bildirmişlerdi de onlar bu haberi tepeye nasıl ulaştıracaktı? Bu cesaret isteyen bir işti. Çünkü diktatörler, kötü haber getiren elçinin sözünü dinlemektense kafasını vurdurmayı tercih ederler. Teklif Kruşçev’ten, füzeleri palmiye ağaçlarına saklama fikri de Sovyet Stratejik Füze Kuvvetleri Komutanı- Sergei Biryuzov’dan geliyordu. Hadi, “Sayın Genel Sekreterim, Sayın Komutanım, yanıldınız!” deyin bakalım.
MALİNOVSKİ’NİN TEKMELERİ
Küba’dan getirilen bir uzman bunu söylemeye kalktığında bakın neler oluyor:
“Haziran ayında Kruşçev orduyla tekrar bir araya geldiğinde, Moskova’ya çağrılan Küba’daki Sovyet askeri danışmanı Aleksei Dementyev tek başına bir ihtiyat uyarısı yapmaya kalktı. Füzeleri Amerikan U-2’lerinden saklamanın imkânsız olduğunu söylemeye başladığında, [Savunma Bakanı] Malinovsky susması için astını masanın altından tekmeledi. Operasyona çoktan karar verilmişti; artık çok geçti, Kruşçev’in yüzüne karşı itiraz edilemezdi.”
CFR’nin (Dış İlişkiler Konseyi) Foreign Affairs’i bugünkü Rusları ve Putin’i uyarmaya çalışıyor belki de. Fakat otoriterliğin piramit yapısında alandan geri besleme almanın zorluğu yalnız Ruslar’la sınırlı değil. Bütün otoriter yapılarda, aşağıdan yukarıya bilgi akışı, büyük liderlerini ayakta alkışlamaktan ve “Hakkı âliniz var efendim.” demekten ibarettir. Bu hâlden, alan da satan da memnundur. Ekonomi, iç siyaset, dış siyaset ve bütün bir ülke felakete doğru yuvarlansa bile!
Küba’yla, Sovyetler Birliği ile Kruşçev’le, ABD ve başkanı John F. Kennedy ile Türkiye’nin ne ilişkisi vardı? Maalesef vardı, hem de çok vardı. Küba Füze Krizi diye bilinen ve dünyayı nükleer harbin eşiğine getiren bu olaylar zincirinde biz, birinci değilse de ikinci derece oyuncusuyduk ve bombalar Küba’yla aynı anda o günlerde yaşadığım İzmir’e de düşecekti. O günlerde bunu bilmiyordum. Bir gün Kordon’dan Bayraklı yönüne bakıp o birkaç minare yüksekliğindeki füzeyi görünceye kadar.
Kaldı ki Küba yolundaki mühimmat ve personelin gemileri Sivastopol’dan, yine Karadeniz’deki Nikolayev’den (bugünkü Ukrayna limanı Mykolayiv’den kalkıp boğazlardan geçiyordu.
Yazı bitmedi, yerim bitti. Pazar’a devam edeceğim.