Andımız ve emperyalist kozmopolitlik
Andımızın asıl rahatsız olunan kısmı ilk cümlesi, ilk cümlenin de ilk kelimesidir: Türk’üm! Yoksa kimse yükselmek ve ileri gitmekten, büyüklerini sayıp küçüklerini sevmekten gocunmuyor
Milletin, millî devletinin tarihi diğer bir konudur. Fakat Batılı devletler, 18. asırdan itibaren açıkça egemenlik milletindir dedi. O tarihten itibaren millî hâkimiyet, devletlerin siyasî meşruiyetinin kaynağıdır. Ve günümüz dünyasından her şey, ama her şey, millet denilen kabın içinde olup bitiyor.
Princeton Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü Mark Beissinger’in sözlerini hatırlayalım:
“Modern dünyada, milletlerin içerisinde rekabet ettiği bir milletler evreni icat etmek zorundayız. … bir milliyet yok olsa, bir başka milliyet bu boşluğu hızla doldururdu. Yüksek kültürün yaygınlaştığı bir dünyada millî olmayanı hayal bile edemeyiz. Modern devlet ve ekonomi, işlevini, millet denilen kabın içinde yürütmektedir… Milliyetçilik… yerçekimi gibi önemli ve sarıcı bir kuvvettir. “
Bağımsız devlet millî egemenlik demektir. Kimden bağımsız? Başka bir milletin hâkimiyetinden… İşte bu yüzden emperyalist, kendininkinden başka milletin, milliyetçiliğini sevmez.
KENDİSİNE MİLLİYETÇİ, BAŞKASINA KOZMOPOLİT
Burada mantık problemi var. Siz, kendiniz için millet devletinin bütün gereklerini sonuna kadar yerine getirirken, başkalarına nasıl, “sen milliyetçilik falan peşinde koşma, gel dünya vatandaşı ol” dersiniz? Çözüm şöyle: Bir üstün ırk, alçak ırk teorisi yumurtlarsınız: Dünyada bir gelişmiş ırklar vardır, bir de ilkel ırklar, dersiniz. İşte kendi kendini yönetmek, yani millî egemenlik, gelişmiş ırkların işidir.
Evelyn Baring, veya asalet ünvanıyla Earl (Kont) Kromer, 1882-1907 arasında Mısır’da İngiliz İmparatorluğu’nun genel valisidir. Baring’in Mısır hakkındaki düşüncelerini Afaf Lütfi Seyyid-Marsot, şöyle anlatıyor: “Baring mahkûm ırkların, kendi kendilerini yönetmekten tamamen âciz olduğuna ve aslında kendi kendilerini yönetmeye ihtiyaç ve istekleri de olmadığına inanıyordu. Onların gerçek ihtiyaçları “karınlarının doyması” politikasıydı; böylelikle susacak, elitlerin para kazanmasına ses çıkarmayacak ve işgal gücüyle iş birliği yapacaklardı.” (Not: mahkûm ~ hüküm altında, hâkim ~ hükmeden, egemen.)
Earl Cromer’in görüşlerini Edward Said de benzer şekilde özetliyor:
“Hükmedenin, mahkûm ırktan gelen teklifleri ne ölçüde ciddiye alacağı Cromer’in Mısır milliyetçiliğine toptan muhalefetinden bellidir. Cromer, hür yerli müesseseler, yabancı işgalinin kalkması, kendi kendini yaşatan millî egemenlik gibi normal talepleri sürekli reddeder. Şüpheye yer vermeyecek şekilde şöyle der, ‘Mısır’ın gerçek geleceği... dar milliyetçilik yönünde değil... daha geniş bir kozmopolitanizmdedir.’ Mahkûm ırklar kendileri için neyin iyi, neyin kötü olduğunu ayırt etme kabiliyetine sahip değildir.”
MİLLİ EĞİTİME GEÇİT VERİLMEMELİ
İngiliz emperyalizminin genel valisi, tıpkı bugün Türk egemenliği düşmanları gibi Mısır’daki millî eğitimin telkinlerini silmeye çalışıyordu.
Cromer Kontu’nun gerekçesini W. L. Cleveland ve M. Bunton’dan okuyalım: “Lord Cromer Hindistan’da kötü bir tecrübe yaşamıştı. İleri eğitim, Hint milliyetçiliğine yol açıyordu ve Raj’ı eleştirmeye başlıyorlardı. [Raj, İngiliz kralına/ kraliçesine Hint dilinde verilen ad- İÖ]. Mısır’da Cromer eğitim bütçesini azalttı, özel eğitim veren orta eğitim sonrası okulların çoğunu kapattı ve müfredatı meslekî konulara odaklandırdı. Eğitimi, Mısırlıların çoğuna kapıyı kapatacak düzeyde pahalılaştırdı.”
Genel Vali Hazretleri, milletin devleti inşa edişi gibi, devletin de millî eğitim yoluyla milleti yeniden inşa ettiğini, güçlendirdiğini, lehçelerden bir dil yarattığını bizzat gözlemişti. Bir döngüydü bu; dil, tarih ve edebiyat, milleti yaratıyor, sonra millet teşkilatlanıyor, devletini kuruyordu. Devlet de, millî eğitimi teşkilatlandırıyordu. Millî eğitimin ilk görevi, her şeyden önce yeni nesillere milletinin dilini, edebiyatını ve tarihini öğretmekti. Gençlere, millete mensubiyet şuurunu vermekti.
Mahkûm milletlerde, hâkim millete direnecek Hindî’yim, Arab’ım veya Türk’üm diyen nesiller yetişmemeliydi. İngiliz çocukları İngiliz’im, Fransız çocukları Fransız’ım, Alman çocukları Alman’ım demeli, Amerikan çocukları sağ ellerini kalplerinin üstüne koyup bağlılık andı içmeli, fakat mahkûm milletler, daha geniş bir kozmopolitliğe, tek tipleştirici olmayan bir kültüre yönelmeliydi. Kendi ilkel milletlerinin milliyetçiliği “hayvani” diye aşağılanmalıydı. Tabi istenirse mahkûm millet çocukları da Tanrı kraliçeyi korusun diyebilir veya Amerikan bayrağına bağlılık andı içebilir. Fena mı, hem yabancı dilleri gelişir.