Voleybolcu kızlar: Dini hassasiyetler milli hassasiyetlere karşı
Son seçimin ardından gazete köşelerinde “milliyetçi partiler oylarını arttırdı” şeklinde yorumlar yapıldı bol bol. Oysa milliyetçilik Türk toplumunun ortak ve temel ideolojisi. Kişilerin kendilerini bu adla tanımlayıp tanımlamaması durumu değiştirmiyor. Irkçılık, yabancı düşmanlığı, etnik bölücülük gibi sapmalara milliyetçilik adı verilmesi de aidiyet adını verdiğimiz duygunun ifadesi olan bu doğal eğilimi ortadan kaldırmıyor. Zaten milliyetçilik ayrıştırıcı değil, birleştirici olmak zorunda. Birleştirici değil, ayrıştırıcı olursa adı başka bir şey olur.
Modern çağda doğmuş siyasi bir ideoloji olarak da milliyetçiliğin esası içinde yaşadığımız topluma duyduğumuz aidiyet duygusudur. Ülkenizin bağımsız kalmasını, yabancı güçlerin sömürüsünden korunmasını ve her bakımdan kalkınmasını istemeniz yahut milletinizin başka milletlerin sahip olduğu haklara sahip olmasını, zenginleşmesini ve adil bir yönetim altında yaşamasını arzu etmeniz bu aidiyet duygusunun gereğidir.
Bu anlamda her toplum iyi kötü milliyetçidir. Ama birtakım özgün tarihî ve sosyolojik şartlar gereğince Türk toplumunda milliyetçilik norm koyucu temel ideoloji olarak diğer siyasi ideolojileri de biçimlendirir.
Enternasyonalist bir sol bu ülkede karşılık bulamamıştır. Milli olmayan bir İslamcılık yaygın olarak tutunamamıştır. Liberallerimizin en büyük zaafı milli hassasiyetleri içselleştirmekten uzak gibi algılanmalarıdır.
Bu bakımdan, popülist siyasetin milli duyguları kolayca istismar edebilmesinin veya “ezan susmasın, bayrak inmesin” gibi sloganlarla seçim kazanılabilmesinin asıl sebebi Türk halkının cahil olması değildir.
Toplumdaki milli hassasiyetlerin derinliğini kavramakta kimi siyasetçilerin zaaf göstermesidir. Bu yoldaki korkuların ve kaygıların evvelemirde giderilmesi zaruretinin yeterince farkında olunmamasıdır. Geçen seçimde olan bitenin aslı esası da budur.
Dolayısıyla milli hassasiyetlerin toplumdaki karşılığı ne yüzde beş ne de yirmi beş. Belki yüzde doksan. Koyuluk derecesi değişebilir tabii ama mahiyeti bütün toplum katmanlarında aynı.
Keza İslam kimliği de Türk toplumunun vazgeçilmez değeridir. Laiklik konusundaki farklı yaklaşımlar veya bireylerin dinî aidiyetlerinin kendi kişisel dünyalarındaki tezahürleri farklı olsa da “Ezanın susturulmasını” hiç kimsenin kabul edebileceği düşünülemez. Tıpkı “bayrağın indirilmesi” tehlikesinden söz edildiğinde olduğu gibi.
Böylesi “varsayımsal” tehditlerin realitede karşılığı olmasa bile “siyaseten iş görür” olabilmesi büyük ölçüde yakın tarihte yaşadıklarımızın da etkisiyle Türk toplumundaki aidiyet duygusunun belli durumlarda birtakım savunma tedbirleri üretme eğilimine girmesinin sonucu olmalıdır.
Demek ki seçimin ardından gazetelerde çıkan “Milliyetçilik niye arttı” şeklindeki sorgulama yazıları bir yana, milliyetçiliğin artan ve eksilen bir eğilim değil, yeri geldiğinde tezahür eden bir fonksiyon olduğunu anlamamız lazım
Aslında toplumdaki milli hassasiyetlerin derinliği seçim sandığından ziyade milli maçlar gibi milli başarılarda görünür hale geliyor. Milli Kadın Voleybol Takımımızın kazandığı şampiyonluk gibi.
Ülkemizi -yani tek tek bizi- temsil eden takımın başarısı hepimizi sevindirdi. Küçük bir azınlık dışında. Bu küçük azınlık bilhassa dini hassasiyetleri harekete geçirerek bu husustaki milli heyecanı zayıflatmayı denedi. Sosyal medyada aktrol diye adlandırılan bir kesim kadın voleybol takımımıza karşı kampanya yürüttü günler boyunca.
Ne var ki “Keşke Sırplar galip gelse” seviyesine kadar düşen bu kampanyanın tesiri çok çok sınırlı kaldı. Ne “ecdada hakaret ediyorlar” şikayetleri ne “LGBT” uyarıları kâr etti. Dindar kesimi rahatsız edebileceği varsayılan “sporcu kızların kıyafeti” konusu da bu insanlarda uyanan milli heyecanı söndürmeye yetmedi.
Türk milli takımının vatandaşları gururlandıran başarısı bu türden hassasiyetleri bile geriye itti. Ancak “Ülkemizde milli hassasiyetler dini hassasiyetlerden daha güçlü” anlamına gelmiyor bu sonuç. Toplumun dünya görüşünü oluşturan değerlerin birbiriyle çatıştırılmasının faydasız ve sakıncalı olduğu anlamına geliyor belki.
Bu arada, Türkiye’de siyasetçilerin hesaba katması gereken üçüncü bir toplumsal değer daha var: Modernleşmecilik veya kalkınmacılık diyebileceğimiz sütun.
Demokrat Parti’den başlayarak bugüne kadar merkez sağ siyaset bu üç hassasiyet alanını kuşatarak halkın desteğini aldı. Üç sütundan herhangi biri zayıf kalırsa veya diğer ikisinin fazla önüne geçerse denge bozuluyor. 1960’larda yüzde altmışlara yakın oy alan Adalet Partisi’nin kendi içindeki milliyetçi ve muhafazakâr kanatları tasfiye etmesi -ve akabinde MSP ve MHP çizgilerinin büyümesi- bu partiye tek başına iktidar olma yolunu kesinkes kapatmıştı.
Sol siyasetin bir iki koalisyon denemesi dışında çok partili devir boyunca iktidardan uzak kalmasının sebebi de toplumdaki dini ve milli hassasiyetlerle çatışma içinde olmasıdır. Bugünlerde “değişim” arayışı içinde olan CHP’nin altı oku arasından milliyetçiliğin çıkartılıp atılmasını öneren aydınlarımız aslında yeni bir şey söylüyor değiller. Bu tür önerilerin yadırganmamasından kaynaklanıyor bu partinin sorunu zaten.
Türk toplumunun yüzde yetmişinin sağ siyasete yakınlık duymasının veya sol siyasetin yüzde otuzlar bandını geçemiyor oluşunun sebebi bunlardan birinin dini ve milli değerleri benimsiyor görünmesi, diğerinin ise bu hususta lakayt olması. Toplumun üç temel hassasiyet alanına hitap edebilen siyaset başarılı oluyor. Bu kadar basit.
Söz gelimi bugünkü iktidar partisi yirmi küsur yıldır bu üç sacayağının üzerinde siyaset üretiyor ve en kötü şartlarda bile seçmen desteğini koruyabiliyor. Binaenaleyh, bu saatten sonra da “milli bir başarıya sevinmeyip sporcuların mayosuyla uğraşan parti” olarak algılanmak istemez herhalde. Ancak voleybolcu kızlara yönelik kampanyanın karşılaştığı tepki iktidardan ziyade muhalefet açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir dosya konusu.