Ümit Özdağ ve muhalefet
Ümit Özdağ ve partisi artık Türk siyasetinin kayda değer bir fenomeni durumunda. İktidarın ve muhalefetin şu ya da bu sebeple lakayt kaldığı bir alana -bence yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımla- el attığı için.
Özdağ’ın ülkedeki sığınmacılar sorununu sert bir yabancı karşıtlığı şeklinde siyasetinin ana konusu haline getirmesi kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Mamafih sığınmacılar sorunu dışında herhangi bir konuda ne düşündüğü bilinmiyor. Söz gelimi tarım, eğitim, sağlık konularında çözüm önerisi bilinmeyen ve galiba merak da edilmeyen bir siyasetçi.
En başta ise günümüzün en yakıcı güncel problemi durumundaki ekonomik kriz hakkında ne düşündüğü meçhul. Dahası, sığınmacılar sorunuyla doğrudan ilgisi olan dış politikada somut olarak ne önerdiği bilinmiyor ki bu kabul edilebilir bir eksiklik olmasa gerekir.
Aslına bakarsanız, sığınmacılar hakkındaki çözüm önerisinin nasıl uygulanabileceği hususu da fazlasıyla belirsiz. Ancak belli ki bu sorunu dile getirmenin bir karşılığı var toplumda ve yine bu soruna siyaset kurumunun ilgisizliğinin oluşturduğu bir boşluk da var.
Demek ki Özdağ ve partisinin bugünkü konjonktürde gündem belirleme gücüne ulaşabilmiş olması yalnızca kendi çabalarının sonucu olan bir başarı değil.
***
Yeri gelmişken söylemek gerekir ki Özdağ’ın yürüttüğü siyasetin milliyetçilik olarak tanımlanması da kavram kargaşasının ürünü. Özdağ’ı milliyetçi bir akademisyen ve siyasetçi olarak tanıyoruz öteden beri ama yabancı karşıtlığı siyaseti milliyetçilik demek değil. Nitekim Avrupa’da hiç de milliyetçi olmayan yabancı karşıtları var. Milliyetçilik fikri veya duygusu en basitiyle kişinin mensubu olduğu topluluğa duyduğu aidiyet ve bu aidiyetin gerektirdiği sorumluluklar demek.
Modern anlamda siyasi bir ideoloji olarak milliyetçiliğin ise varlık gayesi milletin birliğini ve egemenliğini korumaktan ibarettir. Asya’da, Afrika’da, Latin Amerika’da sömürge karşıtı bağımsızlık taraftarı hareketlerin, ister Katolik ister Budist ister sosyalist karakterde olsunlar, son tahlilde milliyetçi sayılmaları bunun gereğidir.
Aynı şekilde popülizm de sağcılık veya aşırı sağcılık demek değil. Dünyanın her tarafında popülist solcu hareketler var. Siyaset bilimi literatüründe popülizm ile milliyetçilik de apayrı şeyler.
Bizim popülizm kavramını günlük dilde daha çok “halk dalkavukluğu” anlamında kullanmamıza bakmayın. Geçenlerde burada daha ayrıntılı izah etmeye çalıştığım üzere, terminolojik bakımdan popülizm bir ülkede birilerinin “milletin gerçek evlatları”, diğerlerinin “onlar” olmasıdır. Yani her şeyden önce milletin birliğini gözetmesi gereken milliyetçiliğin tam aksi.
Keza bugünkü iktidar partisi için dile getirilen “milliyetçi oldu” tarzında değerlendirmeler de yanılgı dolu ve yanıltıcı. Etnik kimlik ile milli kimlik ayrımını bile yapamayan, çünkü zihninde bu kavramların karşılığı bulunmayan bir siyaset kadrosunun milliyetçi sayılması saçma olur.
AK Parti epey zamandır popülist sularda yüzen bir parti. Kendisinin milliyetçilik diye bir iddiası da yok zaten, çünkü buna ihtiyacı yok. Türk halkının belki yüzde doksanı özünde milliyetçi bir politik zihniyete sahiptir ama çoğunluk kendisini milliyetçi olarak tanımlamaz, ben milliyetçiyim diyen herkese de oy vermeyi düşünmez. (Bu tuhaf durum da milliyetçi ideologlara nedense hiç dert olmaz!)
Peki, yabancı karşıtlığı siyasetine oy verir mi bizim millet?
***
Sığınmacılar konusunun çözülmesi gereken bir soruna dönüşmüş olduğu -ve hatta daha da büyüme istidadı taşıdığı- muhakkak ama tıpkı batı Avrupa ülkeleri modelinde yabancı düşmanlığı siyaseti yapmak çözüm değil.
Ne var ki diğer taraftan, sığınmacı sorunu diye bir gerçeğimiz var artık. Bunu kimse inkar edemez. Siyasetçi asla görmezden gelemez. İnsanlarımızın büyük çoğunluğu “Suriyeliler kovulsun” gibi gayrı insani bir düşünce içinde değiller ama bu soruna ilişkin bir çözüm beklentisi içindeler. Aileleriyle, çoluk çocuklarıyla ülkemize sığınmış bulunan Suriyeliler hakkında hiçbir entegrasyon programı ve bir göçmen politikası geliştirilmemiş olması yanında, 18-25 yaş arası genç erkeklerin oluşturduğu Afganistan ve Pakistan kaynaklı son göç dalgaları bu yönde bir beklentiyi iyice arttırdı.
Son dönemde birbiri ardınca atılan yanlış adımlar neticesinde insanların hayatını zorlaştıran ekonomik sıkıntıların bunu tetiklemiş olduğu da söylenebilir herhalde.
Bu durumda rüzgâra karşı veya suyun akışına karşı siyaset yapmaya çalışmak, bu konuda “ensar muhacir” edebiyatından fazlasına güç yetirememek çok ciddi bir zaaf ve siyasi risk göstergesi. Yalnızca iktidar için değil muhalefet partileri için de aynı durum geçerli. Ümit Özdağ’ın partisini ırkçı diye suçlamak sorunu ne ortadan kaldırıyor ne de bir çözüm getiriyor.
Yaklaşımlarına toplumdan destek almak zorunda olan siyasetçilerin reaksiyondan ziyade aksiyon ortaya koyması icap ediyor. Aksiyon demek ise somut program ve proje önerisi demek.
Bilhassa muhalefetin mevcut durumun sürdürülmesi yönünde bir tavır içinde görünmesi muhalefet kavramının içini boşaltan, iktidar alternatifi olma iddiasını zayıflatan bir hata.
Siyasetçinin bu konuda bir çözüm önerisi, hiç değilse bir “çözüm vaadi” olmak zorunda. Ortada çözülmesi gereken bir mesele olmadığını söylemeye getirmek siyaset olmasa gerek.
Bırakın, Özdağ’ı aydınlar, akademisyenler, gazete yazarları eleştirsinler. Eleştiriyorlar da zaten. Ama bu konuda her şeyden önce iktidarın politikasızlığına ve yanlış tutumlarına dikkat çekip kendi çözüm önerisini kamuoyuna sunması gereken muhalefetin işini gücünü bırakıp muhalefete muhalefet etmeye uğraşması saçma. İktidarın pozisyonunu savunur görünerek hem de.