‘Namuslu aydın’ mı ‘organik aydın’ mı?

Namuslu aydın diye bir tabir vardı eskiden. Şimdilerde pek kullanımda değil. Hatırladığım kadarıyla Cemil Meriç ve Kemal Tahir sıkça kullanırlardı bu terimi.

Peki ne demek namuslu aydın? Kişisel hayatında ahlaki prensiplere uygun davranışlar sergileyen kişi değil herhalde. Çünkü bunun hükmünü vermek bizim işimiz olamaz.

Namuslu aydın, en kaba tarifle, fikir tartışmasında işine gelmeyen gerçekleri görmezden gelmeyen adamdır. Kendi ideolojik tutumuna, kendi politik tezine aykırı olan yaklaşımlara da hak ettiği değeri verebilen kişi. Taraftarı olduğu fikir sistemi içinde aklına yatmayan hususları sorgulama cesareti gösterebilen insan. İşte bu vasfa aydın namusu deniyordu.

Yine artık kullanımda olmayan “hasbî tefekkür” terimi de bir anlamıyla bunu ifade ederdi. Bir fikre o fikrin sağlayacağı maddi veya manevi çıkardan, herhangi bir faydadan bağımsız olarak değer vermek. Aynı zamanda da bu yolda fikir faaliyetinde bulunmak demekti hasbî tefekkür.

***

Ne var ki hiçbir toplum veya toplumdaki hiçbir zümre kendisine yürümekte olduğu yolun dışında bir yol gösteren kişilere iyi gözle bakmaz.

Rehberlik görevi için bunları değil, halihazırda yürümekte olduğu yolda yoldaşı olan kendi “organik aydın”ını tercih eder. Bu terimi geliştiren İtalyan komünist düşünür Gramsci’ye göre, “kendi sınıfının” yürüttüğü iktidar mücadelesi çerçevesinde ideolojik yapıyı dönüştürme görevi üstlenen kişidir bu. Bizdeki tabiriyle “dava adamı”...

Ancak “dava adamı” olmanın zor olduğu devirlerde -yani mensup olduğu zümrenin avantajlı durumda olmadığı zamanlarda- organik aydın elbette -hiç değilse kendini egemen zümrenin emrine veren “iliştirilmiş aydın”lara göre- saygıyı hak eder.

Mamafih konuya hakikat arayışı veya adalet gibi daha yüksek bir pencereden baktığınız zaman gördüğünüz portre biraz daha netleşiyor: Mensup olduğu kampın şövalyesi gibi davranan, “kendi mahallesine” zarar gelmesin diye fedailik eden bir adamdır karşımızdaki.

Fedai demek koruduğu değer uğruna kendini feda eden kişi demektir. İyi, güzel tabii ama aydın fedailik edecekse koruması gereken değer fikir namusu olmalıdır. Aydın başka bir değer uğruna fikrinden fedakârlık yapamaz. Bunu yaptığında fikrine de korumak istediği değere de zarar verir aslında. Demek ki fikrin “hür” olması herkesin çıkarınadır. Zira “fikri hür, vicdanı hür” olmayan adam hiçbir felsefi veya politik tezin gelişmesine, olgunlaşmasına katkıda bulunamaz.

***

Propagandist olmak kolaydır, aydın olmak zor. Ama ilkinin ne toplumuna ne de savunduğu fikre faydası ve katkısı yoktur son tahlilde. Kendi cebine veya kişisel ihtiraslarına yahut psikolojik tatminlerine katkısı da bizi ilgilendirmez. Ama cebini düşünen aydın olamaz. Sonunu düşünenin kahraman olamayacağı gibi! Aslında ikisi de özde aynı şeydir.

Fikrin hür olması adı üstünde hiç kimsenin ve hiçbir şeyin boyunduruğuna girmemesidir. Aydın olmak okumakla, yazmakla, eğitimle, bilgiyle ilgili bir konum değil. Bugünkü Türkçede bunu ayırıyoruz: Eğitimli, bilgili ve okumaya, öğrenmeye meraklı kişilere -Batı dillerinden aldığımız bir terimle- entelektüel diyoruz. Aydın da bu anlamda elbette entelektüeldir ama okuduklarının/bildiklerinin gereğini yapabilen, doğruyu doğru olduğuna inandığı için savunan bir entelektüeldir. Sosyolojik mahallesinin, ideolojik kampının, mensup olduğu fikir akımının çıkarlarının değil, inandığı doğruların fedailiğini yapan adamdır.

Aydın vasfını taşıyan entelektüeller her toplumda nadir bulunan, sayıları fazla olmayan kişilerdir. Gelgelelim bazı toplumlar bazı devirlerde aydınlarının sesine daha fazla kulak verirken bazılarında ise bazı devirlerde, Cemil Meriç’in sözleriyle, düşünce kuduz köpek gibi kovalanır.

YORUMLAR (34)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
34 Yorum