Muhalefetin önündeki son fırsat
Türkiye’de seçmenin en az üçte ikisi sağ partilerden başkasına oy vermiyor. Bu sosyolojik bir realite.
Dolayısıyla söz konusu geniş sağ seçmen tabanına dayanan büyük kitle partisi açısından “sağ tarafındaki” partilerin kontrol altında tutulması hayati bir zaruret. Kontrol altında tutmak derken bu yapıların büyümelerinin engellenmesi, yani alternatif haline gelme imkanlarının daraltılması öncelik taşıyor.
Büyümelerinin engellenmesini sağlayacak stratejik yaklaşım ise öncelikle bu partilere açıktan cephe alınmamasını gerektiriyor. Ortak tabanın ortak hassasiyetleri göz önünde bulundurularak oradaki seçmeni küstürecek ve tepkisini keskinleştirip kalıcı hale getirecek tavırlardan uzak durulması şart.
Erdoğan bütün bunların farkında olan bir siyasetçi. Dikkat ettiyseniz seçim kampanyası boyunca sağdaki muhalif partiler hiç hedef alınmadı. Sizin orada ne işiniz var denilerek ayıplamanın ötesine -kampanyanın onca gerilimine rağmen- pek fazla geçilmedi.
Arada bir de seçmen tabanı daha geniş olan İYİ Parti’ye “Senin yerin burası, gelsene aramıza” çağrıları yapılarak aslında bu partinin seçmenlerine çok ince bir mesaj verildi.
Rahmetli Şükrü Karaca’nın merkez sağ iktidarlar için bir zorunluluk olarak “kendi sağını kontrol etme prensibi” diye kavramlaştırdığı bu stratejiyi Erdoğan başından beri titizlikle uyguladı. Kendi sağ tarafında bir alternatif olma, hatta tabandaki desteğini zayıflatma riski taşıyan aktörleri karşısına almak yerine yanına almayı tercih etti. Mesela vaktiyle Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu gibi aktörlerin “transfer edilmeleri” bu yüzden gerekliydi.
Buna mukabil, altılı muhalefet blokunun bütün elverişli şartlara rağmen 14 Mayısta yaşadığı seçim yenilgisinin en mühim sebebi “AK Parti’nin sağının” boş bırakılmış olmasıydı. Boş değildi, hatta Altılı Masa’da sağ partiler çoğunluktaydı diyeceksiniz ama fazla dağınıktı oradaki unsurlar ve bu parçalı yapı yeterince etkili olamadığından söz konusu alan boş bırakılmış gibi oldu. Sağ seçmenin genelindeki CHP karşıtlığı, “CHP listelerinde seçime giren” sağ partilerin çekim gücünü ortadan kaldırdı. CHP ile birliktelik yetmiyormuş gibi HDP’nin de koalisyon ortağı olduğuna ilişkin propagandanın boşa çıkarılamayışı Altılı Masa’nın sağ tarafını iyice etkisizleştirdi.
Eğer sağdaki partiler Millet İttifakı içinde “ikinci bir ittifak bloku” oluşturarak seçime girmiş olsalardı sonuç çok farklı olacaktı belki. Neden bunun yapılamadığını biliyoruz. CHP’nin sağ seçmen duyarlığını göz ardı eden “Tek blok şeklinde seçime girersek daha çok sandalye çıkarırız” ısrarından sağ partilerin birbirleriyle bir arada durmalarının zorluklarına kadar birçok sebep burada rol oynadı.
Şimdi yerel seçimler öncesinde yeni bir fırsat var önlerinde bu partilerin. Daha doğrusu, fırsata çevrilmesi mümkün bir kriz. Bu imkan değerlendirilebilir mi? İçine girdiğimiz süreçte geçmiş hatalardan ders alınarak yeni bir başlangıç yapılabilir mi? Soru bu.
Hayal kırıklığı ile sonuçlanan bir seçimin ardından yaşanan dağınıklık içinde kurulacak olan yeni bir sandıktan söz ettiğimizi unutmayalım. Özellikle yerel seçimin doğası gereği oyların esas olarak büyük partiler arasında paylaştırılması alışkanlığı da düşünülürse DP, Saadet, Gelecek ve DEVA partileri açısından zor bir dönemeç yaklaşıyor.
Geniş sağ seçmen nezdinde birbirlerinden farklılıkları hiç belirgin olmayan bu partilerin böylesi bir ortamda bile bir işbirliği arayışı içinde olmamaları mantıklı değil. Daha ziyade yine CHP ile ittifak beklentisiyle ve ümitlerini fazla yüksek tutmaksızın sessiz sedasız seçimi bekleyen bu partiler eğer kendi aralarında bir ortaklık oluşturabilseler ana muhalefet partisi açısından da lokal işbirlikleri için yeniden cazibe oluşturabilirler.
Bu noktada, AK Parti iktidarının icraatından hiç memnun olmasa da “CHP’ye oy vermeye eli gitmeyen” bir kesimi Yeniden Refah gibi bir partinin hiçbir şey söylemeden yanına çekebildiğini akılda tutmak lazım. Erdoğan’a kızıp eli “altıok”un altına mühür basmaya gitmediği için oyunu iktidar ortağı MHP’ye verenlerin bulunduğu geniş bir kesimin mevcudiyetini unutmamak lazım.
Ama asıl şunu unutmamak lazım: Seçim yenilgileri yaşaya yaşaya büyüyen siyasi partiler yoktur tarihte. Tabanına hayal kırıklıkları yaşata yaşata iktidara yürüyen parti yok.
Saadet ve Gelecek’in mecliste ortak grup kurma deneyimleri elbette eksik ve yetersiz olmakla beraber önümüzdeki süreç için ilham verici bir zemin oluşturdu. Bu işbirliğine DP ile DEVA’nın da katılmasıyla -ve belki geniş sağ tabanın ortak tarihi kökenlerinin sembolü olan- Demokrat Parti çatısı altında seçime girmek siyasetin dengelerini az çok değiştirebilecek bir hamle olabilir.
Böyle bir hamlenin çok büyük bir başarı getireceğini düşünmeyebilirsiniz. Hele yerel seçimin doğası gereği oyların esas olarak büyük partiler arasında paylaştırılması alışkanlığı düşünüldüğünde böyle bir beklenti hayalcilik de sayılabilir. Ancak güç kaybını engellemenin, dağılmaktan kurtulmanın, ayakta kalarak mücadeleye devam edebilmenin başka yolu var mı? En azından daha önce uygulanan yöntem başarılı olmadığına göre bu sefer başka bir yolun denenmesi gerekmez mi?