Mısır’ın buğdayı vatandaşın ekmeği
Akdeniz coğrafyasının gelmiş geçmiş en büyük siyasi organizasyonu olan Roma devleti için vatandaşlarının günlük ekmeğini temin etmekten daha önemli bir konu yoktu. Başkent ahalisine bedava dağıtılan buğday Afrika, Sardunya ve Sicilya eyaletlerinden “vergi olarak” alınıyordu. Artan nüfus karşısında bu “vergi” yetersiz kalınca Mısır’ın fethi sorunu çözmüştü!
Özellikle bu iş için inşa edilen devasa yük gemileri yıl boyunca İskenderiye limanından İtalya’ya buğday taşımaya başladılar.
Mısır yüzyıllar boyunca Akdeniz dünyasının buğday ambarı olarak imparatorlukları besledi. Bugün ise en fazla buğday ithal eden ülke. Buğday artık tarımsal üretimin ancak yüzde onunu oluşturuyor. 103 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğu ise ekmek ağırlıklı beslendiği için devlet de ekmek fiyatını mecburen sübvanse ediyor. Kişi başına belirlenen kotaya göre karneyle satılan “halk ekmek” 5 kuruş, özel sektörün ürettiği aynı kalitedeki ekmek ise 50 kuruş.
Son birkaç yıl boyunca dünya piyasalarında buğday fiyatının yükselişi ve bilhassa Ukrayna Savaşıyla birlikte sübvansiyon maliyetinin giderek artışı hükümeti bu konuda politika değişikliğine zorlasa da Mısır halkının sahip olduğu “hakkı” kaybetmekten hoşlanmayacağı düşüncesiyle reform sürekli erteleniyor. Çünkü bu daha önce de denenmiş ve şiddetli tepkilere, hatta ayaklanmalara sebebiyet vermişti.
Aslında dünyanın her yerinde ve her devirde devletlerin öncelikli görevi halkın iaşesini temin etmektir. Nitekim Roma’dan bahsettik. Edward Gibbon imparator Severus‘u “Özellikle buğday ve her çeşit gıda maddelerini sürekli biçimde halka dağıtarak yaptığı çok büyük harcamalar, Romalıların sevgisini kazanma yolunda yararlandığı en güvenli araçlardı” sözleriyle anlatır. (“Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi”, BFS, c. 1, Sh. 142-143)
***
Ne var ki Gerileyiş ve Çöküş tarihçisi biraz da yaşadığı çağın İngiltere’sindeki liberal ekonomi anlayışı doğrultusunda bu uygulamanın sakıncalarını vurgular: “Sık sık ve düzenli olarak yapılan şarap ve yağ, buğday ya da ekmek, para ya da tahıl yardımları Roma'nın en yoksul yurttaşlarını çalışmaktan alıkoymuştu. İlk Caesar'ların görkemine Konstantinopolis'in kurucusu da öykündü. Ama Konstantinus'ün savurganlığında ne kendi çıkarı ne de halkın yararına yorulabilecek hiçbir amaç yoktu. Yeni başkentin yararına Mısır'a yüklenmiş olan yıllık buğday vergisi becerikli bir eyaletin çiftçilerinden alınarak tembel ve saygısız bir halka dağıtılmaktaydı.” (Age, c. 2, sh. 17)
Gibbon’ın kıyasıya eleştirdiği bu uygulama iktisat literatüründe provizyonizm olarak anılır. Türkçesi iaşecilik. Yani halkın temel tüketim ürünlerine kolay ve ucuz biçimde ulaşabilmesini sağlama politikası. Mehmet Genç bunun Osmanlı ekonomisinin üç temel ilkesinden biri olduğunu ileri sürmüştür. Bu sistemde üreticinin veya aracı tüccarın ve esnafın yüksek kazançlar elde etmesine izin verilmez, fiyatlarda devletçe belirlenen bir narh uygulanır, gerekli durumlarda sübvansiyon devreye sokulur.
Halkın refahını ve huzurunu teminat almasına karşılık üretimi özendirmeyen, sermaye birikimini zorlaştıran bir iktisadi anlayış olması bakımından iaşeciliğin özellikle endüstriyel kapitalizm devrinde sıcak bakılacak bir model olmadığı ortada. Dolayısıyla 19. yüzyıl İngiltere’sinin bir aydını olarak Gibbon’un buna yönelik eleştirisi de anlamsız değil. Ancak Roma’da iaşeciliğin sürdürülemez hale gelişinin temel sebebi fetih ekonomisinin çözülme sürecine girmesidir. Nitekim 16. yüzyılın hegemon gücü İspanya İmparatorluğunun başına da -Latin Amerika’nın altını ve gümüşü bittikten sonra- aynı şey gelecektir.
15. yüzyılda Portekiz, 16. yüzyılda İspanya dünyanın hegemon güçleriydi. Ancak sonraki yüzyıllarda önce manifaktür üretimini arttırarak, sonra makineli sanayiye geçerek sağladıkları ihracata dayalı ekonomik gelişme sayesinde güçlenen ülkeler onların yerini aldı. 17. yüzyılda Hollanda ve 18-19. yüzyıllarda İngiltere, 20. yüzyılda da ABD hegemonik güç oldu.
***
Mısır gibi bir ülkenin dünyanın buğday ambarı olmaktan dünyanın en büyük buğday ithalatçısı haline gelmesi de esas olarak ekonomisinin sanayileşme evresine geçmekte başarısız olmasının sonucu. Günümüzde Mısırlı aydınların büyük çoğunluğu bunun ülkelerinin “Osmanlı İmparatorluğu tarafından sömürülmesi ve geri bıraktırılması” yüzünden olduğunu düşünüyorlar.
Tarihî hakikatler ise Mısır’ın 17. yüzyıldan sonra yaşadığı yoksullaşmanın veya refah kaybının gerisinde başka faktörler olduğunu gösteriyor. Esasen Mısır’da Osmanlı hakimiyeti hiçbir zaman tam anlamıyla tesis edilemedi. Bu uzak vilayetin de tıpkı Cezayir ve Tunus gibi imparatorluğa bağlılığı kâğıt üzerinde kaldı. Memluk Devleti’nin Yavuz tarafından yıkılmasının üstünden yüz yıl bile geçmeden ülkedeki siyasi ve ekonomik güç feodal Memluk beylerinin elinde toplanmıştı.
Aslında Mısır ne -sömürge çağından önceki- Osmanlı hakimiyeti altında ne de Fransız ve hatta İngiliz işgali dönemlerinde “teknik anlamda” sömürge olmadı. Çünkü Roma devrinde olduğu gibi ülkenin kaynaklarına, insan gücüne ve üretimine el konulması söz konusu değildi artık. Zaten siyasi bağımlılık aynı zamanda ekonomik sömürge olmayı gerektirmiyor. Mısır Eyaletinin vergi gelirlerinin belli bir süre boyunca cazip bir yekûn oluşturması da sömürge nitelemesini haklılaştırmaz.
Osmanlılardan itibaren bu ülkeyi kontrol altında tutmak isteyen devletleri harekete geçiren başlıca sebep Mısır’ın jeostratejik özellikleriydi. “Coğrafi keşifler” döneminde uluslararası ticaret yollarının güneye kaymaya başlaması üzerine Kızıldeniz’de ve Hind Okyanusu’nda kontrol sağlamak amacıyla Yavuz devrinde Mısır’ın fethi gerçekleştirilse de Osmanlılar bunda başarılı olamadılar ve Mısır’ı fakirleştirecek süreci durduramadılar.
Batının sömürgelerinde ve özellikle Amerika kıtasında köle istihdamıyla çok daha ucuza üretilen pamuk, kahve, şeker gibi ürünlerin dünya pazarlarına hâkim olması, bilahare Avrupalı rakiplerin sanayileşme sayesinde arayı açması sonucunda Mısır’ın yıldızı iyice sönmüştü.
Ancak Mısır’ın kader çizgisi esas olarak Kavalalı idaresi döneminde değişecekti. Bu dönem ülkenin yakın tarihinde aynı anda hem modernleşmenin hem de bugünkü geri kalmışlığın yollarının açıldığı zaman dilimidir.
Başka bir zaman, belki haftaya, Kavalalı döneminin hem bizim hem de Mısır için ne anlama geldiğini tartışalım…