Macaristan’ı bırak Fransa’ya bak
Kaç gündür Macaristan seçiminin sonuçlarını konuşuyoruz, muhtemelen bir süre daha konuşmaya devam edeceğiz. Çünkü aradaki benzerlikler çok cezbedici. Üstelik “komşuda pişer bize de düşer” diyerek Budapeşte üzerinden Ankara siyasetini konuşmak daha kolay. İktidar cenahı Türkiye için söyleyemeyeceklerini Macaristan için söyleyerek kendine oradaki başarıdan pay çıkarabiliyor ve özgüven tazeliyor. Muhalefet cenahında ise bilhassa altı partili ittifakın eksiklerine, yetersizliklerine ve belirli siyasi riskler karşısındaki kırılganlıklarına dikkat çekebilmek için fırsat oluşturuyor Macaristan olayı. Dolayısıyla gündemimizden kolay kolay inmeyecek gibi görünüyor bu konu.
Ne var ki daha taze bir gelişme var Fransa’da. Orada da seçimler yapıldı. Taraflar ilk sandıkta yenişemediği için Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı. Fransız seçimleri hiç değilse Macaristan seçimleri kadar ilgi uyandırmamış görünüyor. Bunun sebebi herhalde aradaki şekil benzerliklerinin daha az olması. Erdoğan’ı andıran bir aday da yok ortalıkta, altı partiden oluşan bir muhalefet cephesi de. Fransa’nın bu yüzden radarımıza girmesi zor. Oysa şekil benzerlikleri olmasa da bizim siyasetçilerin “ders çıkarabileceği” daha fazla konu başlığı görülebiliyor bu ülkenin siyaset sahnesinde.
Her şeyden önce bir tür Başkanlık sistemi var Fransa’da ve bizdeki gibi orada da partiler arasındaki siyasi rekabet mecliste çoğunluk oluşturup hükümet kurmaktan ziyade cumhurbaşkanı seçtirmeye yönelik bir yarış olmak durumunda.
Elbette Fransa’daki başkanlık sisteminin işleyişi bizimkine benzemiyor. Kuvvetler ayrılığı prensibi çok güçlü biçimde uygulanıyor Montesquieu’nun ülkesinde. Cumhurbaşkanına çok geniş yetkiler veren ama otokrat olmasına imkan vermeyen bir sistem bu. Ancak şimdi yönetim sistemini değil seçim sistemini konuşuyoruz. Seçim sistemi bizimkinin çok benzeri. İlk turda yüzde 50’nin üzerinde oy alması gerekiyor bir adayın seçimi kazanması için. Adaylardan hiçbiri bunu başaramazsa ikinci tur oylama yapılıyor ve bu sefer en çok oy alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş oluyor. Bizdekinin aynısı. Yalnızca parlamento seçimi ayrı yapılıyor orada.
Fransa’da hiçbir seçimde -belki ittifak uygulaması olmadığı için- cumhurbaşkanları ilk turda seçilmedi. Önceki gün gerçekleşen seçimde de -beklendiği üzere- merkez eğilimli Macron ile aşırı sağ yönelimli Le Pen ikinci tura kaldılar.
2017 seçiminde de aynı tablo ortaya çıkmış, ikinci turu Le Pen korkusunun birleştirdiği merkez sağ ve sol partilerin seçmeninin desteğiyle Macron kazanmıştı. İki hafta sonra gerçekleştirilecek ikinci turda yine 2017’deki sonuç elde edilebilir mi peki? Merkez sağ ve sol partilerin seçmeni yine “Le Pen kazanmasın diye” Macron’a oy verir mi?
Araştırmalara bakılırsa beş yıl öncesine göre epeyce farklı bir manzara var karşımızda. En başta Le Pen’in daha önceleri seçmenin çoğunluğunu ürküten yaklaşımlarını frenleyerek başlattığı “merkeze doğru” yolculuğunun olumlu sonuçlarını alması mümkün görünüyor.
Birleşik anket sonuçlarına göre iki hafta sonraki seçimin tablosu -hata payı içerisinde olmak üzere- yüzde 51 Macron / yüzde 49 Le Pen şeklinde oluşabilir. (2017’deki kesin sonuç yüzde 66 Macron / yüzde 34 Le Pen şeklindeydi.) Bunun anlamı ikinci turda kıl payı farkla kazananın pekala aşırı sağcı lider de olabileceğidir.
Seçimin ilk turundan önceki bir ay içinde oylarını 10 puan civarında arttırmış olan Le Pen’in bu ivmeyi sürdürebilmesi durumunda kazanma şansının olduğu söyleniyor.
Böylesine kritik bir tablo karşısında her iki aday da öteki partilerin seçmenini çekmek için birtakım adımlar atmak zorunda. Bilhassa “aşırı sağ” olarak etiketlenen adayın bazı ileri hamleler yapması gerekiyor ki 2017’de yaşananlar yeniden tekrarlanmasın.
Bunun için Le Pen öncelikle aşırı sağcı ve ırkçı imajını ortadan kaldırmaya çalışıyor. Mesela sokağa çıkıp siyah derili Fransız vatandaşlarıyla fotoğraf çektiriyor. Ülkedeki göçmenlerin sınır dışı edilmesi gibi aşırı vaatler değil, yeni göçmen alınmasının sınırlanması gibi daha makul talepler ileri sürüyor. Başörtüsü yasağını yabancı düşmanlığı olarak değil laikliğin gereği olarak savunuyor.
Aslında bu “merkeze doğru hareket” özellikle 2017 seçiminden sonra başlamış ve eşcinsel karşıtlığı antisemitizm gibi tutumlardan vaz geçilmişti. Keza idam cezasının geri getirilmesi, AB’den ayrılma gibi talepler de parti ajandasından çıkarıldı.
Bunun sonucunda, her ne kadar bütün dünyada aşırı sağcı olarak tanınıyor olsa da artık Fransız siyaset yelpazesinin bir anlamda merkezinde yer aldığı söylenebilecek olan Le Pen’in partisi şimdi ortanın solundaki seçmen kitlesinden de oy alma peşinde.
Anketlerden öyle anlaşılıyor ki merkez sağ ve sol seçmen 2017’deki tutumunu tekrarlamaya çok meraklı değil. Bunun bir sebebi Le Pen’in “değişmesi”. Bu arada genç ve yoksul solcu seçmene ve ortanın solundaki kitlelere ekonomik anlamda cazip gelecek politikalar açıklaması.
Diğer yandan, ekonomi alanında başarılı sayılabilecek bir cumhurbaşkanlığı yaptı Macron. Son elli yılın en büyük büyümesi gerçekleşti bu dönemde. Ama popülaritesi fazla yükselmedi. Sosyalist parti kökenli olmasına rağmen ikinci tur için sol seçmenin desteği cebinde gibi görünmüyor. Seçime kısa süre kala açıkladığı sosyal politikalar fazla sempati uyandırmadı bu kesimde.
Le Pen ile Macron arasında bir fark olmadığını düşünen sol seçmenin en azından bir kısmının sandığa gitmeme eğiliminde olduğu biliniyor. Diğer yandan, seçimin ilk turunda sandığa gitmeyenlerin oranı yüzde otuza yakın. Macron’un bunları da 2017’deki gibi mobilize etmesi zor görünüyor.
Fransa’da cumhurbaşkanlığı seçimini üst üste iki kez kazanan son siyasetçi 2002’de Le Pen’in babasına karşı ikinci turda ipi göğüsleyen Jacques Chirac’tı.
Bakalım, tarih bu kez hangi yönde tekrarlanacak... Bakalım, biz ne dersler çıkaracağız buradan….