‘Kutsal’ kavgaların ardında daima siyaset vardır
Tarihe baktığınızda görüyorsunuz ki insanları birbirine düşürmüş, kan akıtmış, büyük acılara yol açmış görünen bazı dinî anlaşmazlıklar aslında çoğu defa dinî olmayan anlaşmazlıkların vitrinidir. Yani siyasi anlaşmazlıkların. Elbette siyasi anlaşmazlıkların arkasında da daima ekonomik çelişkiler vardır.
Siyasi veya ekonomik birtakım hedeflere yönelik olarak toplumların veya toplum içindeki belirli kitlelerin harekete geçirilebilmesi için öncelikle din motivasyonuna başvurulmuştur tarih boyunca. En işe yarar, en ucuz, en kolay, en garantili yol olduğu için.
Çünkü din bütün dünyada toplumsal değerleri üreten kurumdur, hiç değilse moderniteye kadar. Dolayısıyla dinî yapıları kontrol edebilen güçler toplumu kontrol etme/yönlendirme imkânı da bulmuş, böylelikle ekonomik ve siyasi hedeflerine ulaşma yolunda avantaj sahibi olmuşlardır.
Bazen çok büyük kitleler böylesi amaçlar doğrultusunda mobilize edilebilmiştir. Haçlı seferleri en iyi örneğidir bunun.
Avrupa’nın nerdeyse dört bir yandan kuşatma altında olduğu, “Hristiyanların Akdeniz’de bir tahta parçası dahi yüzdüremediği”, merkezi krallıkların zayıflayıp feodal yapıların güçlendiği ve buna bağlı olarak ticaretin daraldığı, yoksulluğun alabildiğine arttığı bir dönemde akıllara gelmiştir “Türklerin elinden Kudüs’ü kurtarma” fikri.
Haddizatında Kudüs yaklaşık beş asırdır Müslümanların elinde bulunuyordu. Ne var ki Avrupa’daki belirli zümreler tam da bu dönemde böylesi bir girişime “ihtiyaç” duymuşlardı.
***
Avrupa’da o dönemde feodal lordların ve kilise ağalarının servet ü samanı ile geniş kitlelerin aman vermez yoksulluğu arasında giderek açılan uçurum sosyal düzen açısından tehdit oluşturmaya başlamış görünüyordu.
Yetmezmiş gibi, Haçlı seferlerinin hemen öncesindeki yıllar içinde baş gösteren kıtlık, kuraklık, veba salgını gibi afetler Avrupa’yı baştan başa yakıp kavurmuştu.
Her şeye rağmen büyük maddi kaynaklara hükmeden Kilise böylesi bir ortamda inananların önüne bir hedef, karşılarına bir düşman çıkartmak zorundaydı.
Merkezi yönetimin zayıflayıp feodalitenin gitgide güçlenmesi sonucunda ekonomik gücünü ve siyasi etkisini büyük ölçüde kaybetmiş olan merkezi krallıklar içine düştükleri durumdan bir çıkış arıyorlardı.
Feodal lordlar hem maddi servet hem de siyasi hedeflerine yürümeyi kolaylaştıracak bir saygınlık kazanmak peşindeydiler. Topraksız şövalyeler ise zengin bir kahraman olarak memleketlerine geri dönme hayaliyle yola çıkmışlardı.
Geri kalan geniş kitleler çoğunlukla dinî motivasyonla hareket ediyor, Tanrıyı razı edecek bir iş yaparak “öbür dünyalarını kurtarmak” peşinde görünüyorlardı. Ama aslında “bu dünyalarını kurtarma” imkânı da sunuyordu kendilerine “kutsal seferberlik”. İslam ülkelerindeki zenginlik, bolluk, şatafat masal gibi anlatılıyordu o günlerde Avrupa’da.
Papa’nın çağrısıyla yollara düşenlerin birçoğu aynı zamanda maddi beklentiler içinde bulunsalar bile bunu din örtüsüne sarmaları kolaydı; ne de olsa dinî hedefler meşruiyet kazandırıyordu yaptıklarına.
***
Düşünün ki bu seferlerin amaçlarından biri “Müslümanların yönetimi altında baskı ve zulüm gören Doğu Hristiyanlarını özgürlüğe kavuşturmak” diye açıklanmıştı. Oysa sözü edilen insanlar gerçek zulmü Avrupa’dan çıkıp gelen dindaşlarının elinde göreceklerdi.
Söz gelimi Kudüs’ün ele geçirildiği ilk seferlerden sonraki dönemde Selahattin Eyyubi tarafından geri alınmış olan kutsal şehri yeniden kurtarmak amacıyla başlatılan 4. Haçlı seferinde Anadolu’ya geçmelerinde yardımcı olan Bizans’ın başkenti İstanbul’u işgal ederek kendi dindaşlarını kılıçtan geçirip mallarını yağmaladılar. Filistin’e gitmekten vaz geçip burada yarım asır ayakta kalacak olan bir Latin krallığı kurdular.
Aynı dönemde yine Papa’nın çağrısıyla -Fransa’nın ekonomik olarak en gelişmiş bölgesine hâkim durumdaki- heretik Kathar mezhebi mensuplarına, Balkanlardaki Bogomil Hristiyanlara, hatta Almanya’daki köylü isyancılara karşı da “Haçlı seferleri” düzenlendi.
Avrupa tarihinin en kanlı, en yıkıcı sayfalarından birini oluşturan 17. yüzyıldaki Otuz Yıl Savaşlarını biz Katoliklerle Protestanlar arasındaki dinî ihtilafın yol açtığı bir facia olarak biliriz. Ne var ki mezhep savaşı gibi görünen söz konusu ayrışmada Katolik Fransa’nın Protestan cephesinde yer alması veya Protestan Saksonya ordusunun Katoliklerin yanında savaşması gibi örnekler meselenin din olmadığını, din perdesi arkasında siyasi ve ekonomik çıkar kavgası verildiğini gösteriyordu. Yine de geniş kitlelerin samimi dinî duygular saikiyle bu kanlı mücadelelerin içinde yer almış oldukları muhakkaktır. Gerçekte hangi gayelere hizmet ettiklerinin farkında bile olmadan.
Diğer taraftan, Haçlı seferleri sırasında Suriye’de ve Irak’ta bazı Müslüman emirlikler Hristiyan istilacılarla ittifak kurup siyasi rakipleri olan diğer Müslüman devletlere karşı savaşabilmişlerdi. Bunu da unutmamak, siyasi veya ekonomik zemindeki dar grup çıkarlarını dillerden düşmeyen dini ve milli değerlerin önüne geçiren sekter yaklaşımların Batı dünyasına has bir kusur olmadığını hatırlamak lazım.
İslam tarihinde yaşanan ve -Avrupa’daki kadar kanlı olmasa da- büyük acılara yol açan mezhep çatışmalarının tarafı durumundaki samimi kitlelerle kendilerine siyasi ve ekonomik çıkar elde etmek gayesiyle bu çekişmeleri kullanmak peşindeki dar zümrelerin aslında aynı saflarda olmadıkları da bilinmeli. Bizim tarihimizdeki böylesi kötü örnekleri de bir başka zaman değerlendirelim.