Kötü yönetime razı olun yoksa vatan elden gider

Türk milletinin vatan konusundaki hassasiyeti içi boş hamaset edebiyatının değil, tarihi realitelerin ürettiği bir sonuçtur. Yalnızca ondokuzuncu yüzyılda topraklarımızın yaklaşık üçte ikisini kaybettik. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Anadolu’yu Millî Mücadele ile işgalden kurtardık. Elde kalan son toprak parçası üzerinde yeniden tesis ettiğimiz devlet İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Rus yayılmasının hedefi olunca NATO’ya katılarak kendimizi güvene aldık.

Bütün bu hadiselerin milli bünyede oluşturduğu travma dış destekli bölücü teröre karşı hassasiyetimizi de arttırdı. Ancak nüfus ve üretim gücüyle dünyanın 16. büyük ekonomisi (bugün itibarıyla 21. sıraya düşse de) olabilen, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip bulunan bir ülkenin bugünkü konjonktürde bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü tehlike altında gibi görmek ve göstermek ya paranoyaklık olur ya da toplumun hassasiyetlerinin istismarı.

Üstelik PKK’nın artık tamamen sınırlarımızın dışında faaliyet gösterebildiği bir dönemde “Biz seçimi kaybedersek terör örgütleri vatanımızı işgal edecekler” iddiasında bulunmak ancak ülkenin geleceğiyle ilgili söyleyecek sözü olmamanın ürettiği bir çaresizliğin ifadesi olabilir.

Bugün Türkiye’nin geleceğini tehdit eden yegâne problem Başkanlık sistemi adı altında sürdürülen yanlış ve kötü yönetimin devlet kurumlarını etkisizleştirmesi, milleti kutuplaştırması, milli çıkarları siyasi çıkarlara kurban etmesi sonucunda ortaya çıkan vahim gidişattır. Konuşulması gereken mesele budur.

Ekonomide, tarımda, eğitimde, hasılı her alanda ortaya çıkan korkutucu tablonun nasıl düzeltileceğini konuşmamız lazım.

Siyasi iktidarın amacı ise seçim sürecinde işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, zamlar vs. konuşulacağına “vatan, millet, din kitap” konularında tartışmaların gündemi doldurması. Gündemi boyuna oraya getirmek, orada tutmak için elinden geleni yapıyor. Artık seçimin az çok görünmeye başlayan sonucunu değiştirme imkânı kalmasa da önemli bir kitleyi de bu propagandaya inandırabiliyor.

Bu kitlenin varlığı tek başına bir şaşkınlık kaynağı kimilerimiz için. Oysa bu kitle hâlâ var olduğu gibi hep de var olacak. Çünkü insanoğlu çabuk unutuyor her şeyi. Daima şimdiki anla meşgul olduğumuz için olsa gerek, geçmiş kolayca aklımızdan çıkıp gidebiliyor. Bu yüzden de hiç değilse bir bölümümüz mukayese eksikliğinden dolayı sağlıklı değerlendirme yapamıyoruz.

İktidar sahiplerinden birinin “Vatan elden gidiyor” dediğini duyunca düşündüm bunları. Sonra da kendi kendime sordum: Yine milli hislerimizin bir başka yönden istismarı için üretilen “Ümmetin lideri olma, küffara kafa tutma, ecdadımız gibi dünyaya hükmetme” edebiyatından “Soğanı sarımsağı boş verin, vatan elden gidiyor” retoriğine ne zaman ve nasıl geçtik?

Daha da önemlisi, çok kısa bir süre önce “dünyanın hâkimi olmak üzere olduğumuza” yürekten inanan onca insan şimdi de “birilerinin vatanımızı elimizden almak üzere olduğuna” nasıl bu kadar kolaylıkla inanabiliyorlar?

Bir tezat görmüyorlar mı bu iki söylem arasında? Ayrıca vatanımızın “ne şekilde” elden gideceğini anlatan senaryonun saçmalığını görmüyorlar mı? Çünkü iktidar sözcüleri bu konuda yalnızca “PKK’nın ülkemizi bölme emellerinin gerçekleşmesinden” bahsediyorlar.

Bu nasıl olacakmış? Kandil’de yuvalanmış bulunan terör örgütü Türkiye’deki muhalefet partilerine talimat vermiş, onlar da bu talimat doğrultusunda 14 Mayıs’ta yapılacak seçimle hükümeti devireceklermiş. Sonra da ülke yine terör örgütünün talimatıyla bölünecekmiş.

Bir terör örgütü ülkedeki muhalefet partilerine nasıl talimat verebiliyormuş peki? Anladığım kadarıyla bunu soran yok. İçişleri Bakanı’nın daha birkaç ay önce PKK’nın tamamen bitirildiğini müjdeleyip “Sadece 8-9 vilayette 120'nin altında terörist kaldı” diye açıklama yaptığı hatırlanmadığı için herhalde.

Demek ki küçük çocukları bile kandırması artık mümkün olmayan masallara kolayca inanan koca koca adamları “Kötü yönetime razı olun, yoksa vatan elden gider” diye korkutabilmek aslında büyük başarı sayılmaz!

Bu insanlar ülkedeki enflasyonun da dış güçlerin ekonomik saldırılarının sonucu olduğuna inanmışlardı zaten. Bunu söyleyen kişinin kendilerine doğru olmayan bir bilgi vermesi ihtimalini asla akıllarına getirmedikleri için.

Ne de olsa toplumun belirli bir oranı (neredeyse yüzde doksanı) seçim pusulasına mühür basarken rasyonel gerekçelerle hareket etmiyor. Daha ziyade duygusal faktörler tercihimizi belirliyor.

Toplumun iki karşıt duygusal kutup etrafında birbirine yakın oranda ikiye bölünmüş olması ve yüzde onun basireti sayesinde iktidar değişimi mümkün oluyor.

Yüzde doksanın iktidar değişimine imza attığı örnek vakalar da siyaset tarihinde eksik değil. Hatta bunlardan biri de ülkemizde yaşandı. 2002 seçiminde iktidarda bulunan Ecevit'in partisi “artık ülkeyi yönetemez duruma geldiği” düşüncesiyle cezalandırıldı. İktidar partisinin oyu yalnızca üç sene içinde yüzde 22’den yüzde 1’e düşmüştü.

Aslında bugünkü durum da 2002’deki şartlarla aynı. Hatta çok daha kötü. Ama şimdikiler o zaman Ecevit’in yapamadığı şeyleri yapabiliyorlar. Türkiye’nin geleceğine ilişkin ümit veremeseler de korku salabiliyorlar. Kendilerinin yerine gelecek hükümetin milli çıkarları koruyamayacağı iddiasıyla mevcut iktidarın “her şeye rağmen” yerinde kalmasına rıza göstermemizi istiyorlar.

Ecevit bunu yapmamıştı. “Ben gidersem benim yerime gelenler ülkeyi batırır, terör örgütlerine teslim ederler” demeyi akıl edememişti. Bunu yapsaydı belki yine seçimi kaybederdi ama oylarının tamamını kaybedip siyaset sahnesinin dışına düşmezdi belki. Şimdikiler iktidarı kaybetseler bile siyaset sahnesinde kalabilmenin hesabını yaparak hareket ediyorlar. Bunun da yolu “din, kitap, vatan, millet” retoriğiyle klasik sağ seçmenin bir bölümünü yanında tutabilmek.

Oysa Türkiye'de yaşanan sorunların iyi yönetim eksikliğinden kaynaklandığı görülmedikçe başka konular üzerinde vakit harcamanın anlamı olmaz. Muhalefetin altını çizmesi gereken yer burasıdır.

Muhataplarınıza söz gelimi hayat pahalılığının esas olarak kötü yönetimin (yani kurumsal tecrübeyi ve ortak aklı yok sayan sistemsiz yaklaşımların, ucuz partizanlığın, ehliyetsizliğin, liyakatsizliğin vs.) sonucu olduğunu izah edebilmeniz lazım.

Vatanımızın elimizden gitmemesi veya devletimizin ayakta kalması için öncelikle iyi yönetimin gerekli olduğunu sabırla, sebatla, inatla anlatmaya devam etmeli muhalefet. Buna karşılık da hukuk kurallarının işlediği, liyakatin esas alındığı, milli çıkarların gözetildiği bir yönetim vaadini somut konular üzerinden belirginleştirmeli.

YORUMLAR (179)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
179 Yorum