Kıyamet kopsa gündemimiz değişmez

Gündem konularının önem sırası vardır bizim ülkede. Mesela yeni anayasa, mesela kızlar için ayrı okul, mesela CHP’nin başına kim geçsin gibi konular dururken eğitimin kalitesinden, yeni nesil endüstriden, küresel ısınmanın beklenen etkilerinden falan söz etmek ciddiyetsiz bulunur.

Onun için geçen haftaki hava sıcaklığı konusunu “Hiç esmiyor mübarek!” şeklindeki yorumlarla geçiştirdik. Oysa bilim insanları “Bu ay son 120 bin yılın en sıcak temmuzu olabilir” diyorlar. Yanlış okumadınız, 120 bin yıl. Demek ki nerdeyse insan ırkının tarihi boyunca görülmemiş bir sıcaklık ortalamasına yeniden erişmiş bulunuyor gezegenimiz. Yıllardır birilerinin feryat figan dikkatimizi çekmeye çalıştıkları küresel ısınma hadisesi gerçekten de ciddi bir sorunmuş yani.

Ufak çaplı bir kıyametten söz ediliyor aslında. Hava sıcaklıklarının bazı dönemlerde ekstrem ölçülerde değişmesiyle yaşama kalitemizin azalacağını söylüyor uzmanlar ama söyledikleri şeyler bizim gözümüzde bir resim canlandırmıyor. Geçen gün yazı işlerinde bu haberleri konuşurken, dünyayı bekleyen kâbusu tasavvur edemeyişimizden bahis açıldı. Amerikan filmlerinde var aslında bunun örnekleri dedik. “Çılgın Max” serisini andık hep beraber. Bilimin haber verdiğini sanat gösteriyor yani.

Bilimkurgu edebiyatında “post-apokaliptik (kıyamet sonrası) dünya” adı verilen ve Hollywood filmlerinde yaygın kullanılan bir izlekten söz ediyoruz. Dünyada yaşanan nükleer bir savaş ya da korkunç bir pandemi veya ekolojik bir felaket medeniyeti ortadan kaldırmıştır. Şehirler, kasabalar harabe halindedir. İnsan nüfusu iyice azalmıştır. Zaten artık mevcut şartlarda hayatta kalmak da zorlaşmıştır. Gökyüzünden toz yağmakta, toprakta ot bitmemektedir. Besin kaynakları azalmıştır, bir bidon benzin verip bir şişe su alınmaktadır. Bu arada toplumsal düzen, asayiş, hukuk vs. kalmamıştır. Hobbes’un “doğa durumu” tarifindeki gibi insan hayatı yalnız, yoksul, mutsuz ve kısadır.

120 bin yıl önce yaşanan aşırı sıcaklıklar da böyle bir tablo mu ortaya çıkarmıştı acaba? Bilmiyoruz. Zaten henüz homo sapiens ırkı bile yeni yeni çıkıyordu tarih sahnesine o sıralarda. En azından henüz Afrika’dan çıkıp dünyaya dağılmamıştı atalarımız. Gerçi tam da o tarihlerde Sina yarımadası üzerinden Avrasya’ya bir çıkış teşebbüsü olmuş ama bugünkü Filistin ve Suriye bölgesinde Neandertal kuzenleri tarafından geri püskürtülmüştü bu kafileler. Bilim insanlarının çoğuna göre ırkımızın Afrika’dan çıkışı ancak 90 bin yıl önce başlayabilmiştir.

Ancak bu ilk çıkış (“exodus”) da dahil olmak üzere insanların göç hareketlerini en başta iklim değişikliklerinin tetiklediğini biliyoruz. Hava sıcaklıklarının aşırı artması veya azalması doğrudan besin kaynaklarını daralttığı için insanlar karınlarını doyurabilecekleri başka hayat alanları bulmaya yönelmişlerdir tarih boyunca.

Uygurların “Göç Destanı”nda ülkedeki kutsal bir kayanın Çinlilere verilmesinden sonra yaşananlar anlatılır. Irmaklar kurumuş, göl suları buharlaşmıştır. Ülkedeki canlı cansız bütün hayvanat ve nebatat “Göç! Göç!” diye inlemeye başlar. Bu “ilahi ikaz” üzerine tüm millet toparlanıp yola koyulur ve bugünkü Doğu Türkistan topraklarına gelip yerleşirler.

Uygur destanına konu olan göçten yüzyıllar önce başlamış olan büyük bir nüfus hareketi daha var tarihte: Bugünkü Avrupa’nın etnik haritasını şekillendiren Kavimler Göçü de büyük ihtimalle Orta Asya’da yıllarca süren kuraklıkların sonucudur.

Tarih kitaplarında okuduğumuza göre önce Hunlar yurtlarını terk edip komşularının topraklarını işgal etmiş, sonra Hunlar’ın önünden kaçan diğer kavimler de birbirini deviren domino taşları gibi her biri kendi önündekini daha batıya doğru iterek ilerlemişlerdi. Kavimler Göçü başladığı sırada bugünkü Ukrayna civarında yaşayan Gotlar birkaç yüz sene içinde İspanya’ya ve hatta oradan Kuzey Afrika’ya kadar sürüklenmiş bulunuyorlardı. Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına da sel gibi gelen ve önünde ne varsa yıkıp geçen bu Barbar akınları yol açmıştır.

İklim değişikliklerinin beklenmeyen sonuçlarından bilahare Osmanlı imparatorluğu da etkilenmiştir. 16’ncı yüzyılın ikinci yarısında baş gösteren ve bilahare sosyal düzeni de olumsuz yönde etkileyen ve devletin çöküş sürecini başlatan büyük mali buhranın sebeplerinden biri o dönemde yaşanan iklim değişikliğine bağlı kuraklıklardı. 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sürdüğü söylenen Mini Buzul Çağı boyunca kuzey yarımkürenin başka yerlerinde de zaman zaman benzer olaylar görüldü tabii.

Şimdiyse küresel ısınma tehdidi var önümüzde. Bilim insanları önümüzdeki yıllarda daha da yoğunlaşarak devam edecek olan iklim anormalliklerinden en çok etkilenecek ülkelerden birinin Türkiye olduğunu söylüyor. Öyleyse acilen harekete geçmemiz lazım. Tarımsal üretim ve gıda tedariki başta olmak üzere birçok alanda yeni iklim şartlarına uyum sağlamaya yönelik bir endüstriyel dönüşümün planlanması gerekiyor mesela.

Gerekiyor ama biz henüz “faiz mi enflasyonun, enflasyon mu faizin sebebi” tartışmasını bitiremedik. “Lozan’ın gizli maddeleri var mı yok mu” sorusuna cevap bulamadık daha. İklim değişikliği gibi “entel dantel” konulara nasıl geçeceğiz, bilmiyorum.

YORUMLAR (141)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
141 Yorum