Kazanan aday kaybeden siyaset

İktidarın yeniden halktan onay aldığı, muhalefetin başarısızlığa uğradığı bir seçim sürecini geride bıraktık. Ülkedeki ekonomik krize, her alanda sergilenen kötü yönetime, beş yıl önceki seçimde verilen vaatlerin hiçbirinin gerçekleşmemesine rağmen iktidarın halktan bir kere daha yönetim yetkisi alması büyük başarı öncelikle. Bu performans karşısında hepimiz şapka çıkarmak zorundayız!

Öte yandan, “Erdoğan’ın başarısının sırrı” diye bir şey yok aslında. Gözümüzün önünde her şey çünkü. Toplumun hassasiyetlerinin farkında bir siyasetçinin her dönemde rüzgarın yönünü hesaplayarak seçmenin nabzına ne zaman hangi sıvıyı vereceğini bilmesi başarıdır elbette ama “sır” diye bir şey de yok.

Kontrol altındaki medya gücünün ve devlet imkanlarının sınırsızca kullanılması, rakiplerin etik olmayan yöntemlerle karalanması, kazanmak için her yolun mübah sayılması, sahte afişlerle veya montajlı videolarla vatandaşın aklının çelinmesine tevessül edilmesi vs. vs. adil olmayan şartlarda bir yarışa yol açtı...

Bunlar tamam. Değiştirmeye gücümüzün yetmediği gerçekler bunlar. Gelgelelim iktidarın bunca zor bir yarışta avantaj kazanmasını, buna mukabil muhalefetin avantajlı girdiği yarışta geri düşmesini kullanılan yöntemlerden önce izlenen siyasetlerle izah etmek gerekir.

Bu çerçevede büyük ümitlerle girilen bir seçimde yaşanan başarısızlığı yükleyecek günah keçisi arayan muhalif kamuoyundaki “Kılıçdaroğlu yanlış adaydı” eleştirisi büyük ölçüde duygusal ve haksız bir eleştiri. Meseleyi tek bir boyuta indirgeyip, muhalefet bloku tarafından izlenen siyasetin eksiklerini, yanlışlarını tartışma konusu olmaktan uzaklaştırmak fayda getirecek bir tutum da değil ayrıca.

“CHP Genel Başkanı”nın kimliğinin oluşturduğu bir zorluk elbette vardı ama her halükarda yanlışlık ve eksiklik adayın kimliğinden ziyade uygulanan siyasette aranmak durumunda. (Şunu da belirtmek gerekir ki seçim sürecinde Kılıçdaroğlu’nun performansı CHP teşkilatlarının ve CHP camiasının performansından çok daha ilerideydi.)

***

İktidar cephesinin en kritik başarısı seçimi bir referanduma çevirmeyi başarmış olmasıydı. Esas olarak mevcut siyasi iktidarın kaderinin oylanacağı seçimi sanki “PKK’ya evet mi hayır mı” sorusunun cevaplanacağı bir referandum gibi göstermeyi başardılar.

Bu akıllıca kurgulanmış siyasi stratejiyi ellerindeki bütün iletişim kanallarını senkronize şekilde seferber ederek uyguladılar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu tercih etmesini “Millet İttifakının PKK ile işbirliği içinde olduğu” iddiasına dayanak yapmakta zorluk çekmediler.

Bu hükümet döneminde yaşanan ekonomik krizin, hayat pahalılığının, işsizliğin, artan yoksulluğun, ayyuka çıkan yolsuzlukların, hukuksuzlukların konuşulması önlenmiş oldu. Pandemide vatandaşına maske veremeyen, orman yangınlarını söndüremeyen, depremde enkaz altında kalan insanları kurtarmak için harekete geçemeyen bir hükümet “Altılı Masa’nın yedinci üyesi PKK” diye ortaya bir laf atarak milletin aklını karıştırmak suretiyle koltuğunu koruyabildi.

Peki, buna karşı muhalefet ne yaptı? Bölücü terör konusunda geniş toplum kesimlerinin hassasiyetlerini görmezden gelen bir yaklaşım altı partinin altısında da hakim durumdaydı. Hiçbiri meselenin ciddiyetini yeterince kavrayamadı. Bu yoldaki uyarılara kulaklar tıkandı.

HDP’nin de aksi yöndeki birtakım çağrılara rağmen “aday çıkarmama ısrarı” muhalefetin omzundaki taşınması çok zor olan ağırlığı daha da arttırdı. İktidar sahiplerinin yoğun propagandasının etkisiyle bir kısım vatandaş Kılıçdaroğlu’na oy vererek “HDP ile aynı safta yer almış olacağını” düşündü.

Ne var ki muhalefet durumu önemsemiş görünmedi. Kandil’deki terör örgütü liderlerinin “Kılıçdaroğlu lehine” yaptıkları açıklamalar bile uzunca bir süre karşılıksız bırakıldı. İlk tura bir hafta on gün kala bu yolda yapılmaya başlanan açıklamaların etkisi sınırlı oldu.

***

Şimdi çuvaldızı siyasete batırıyoruz ama “muhalif” çizgideki bazı gazete yazarları da neredeyse son haftalara kadar ısrarla “HDP’yi neden altılı masaya dahil etmiyorsunuz” diye Millet İttifakı liderlerine baskı yapmaya çalıştılar. İyi niyetliydiler kuşkusuz ama toplumun hassasiyetlerini bilmiyorlardı. Milletin yüzde doksanının söz konusu partiyi eli kanlı terör örgütünün uzantısı saydığını, PKK’yı açıkça karşısına almadığı sürece de “Türkiye partisi” olma iddiasının bu ülkede ciddiye alınmayacağını söyleyenler “ırkçı, faşist” suçlamalarına maruz kaldı. Bu partiyi destekleyen vatandaşlarımızın oylarının meşruiyetinin ve saygınlığının savunulması ile bu parti ile yan yana durmanın aynı şey olmadığını anlatamadık.

İkinci büyük hata sağ seçmendeki genetik CHP karşıtlığının hiç hesaba katılmayışıydı. Altılı Masa’nın ve Millet İttifakı’nın toplumdaki bu kutuplaşmayı aşacak ortak bir vizyon ortaya koyması elbette çok değerliydi ama geniş sağ seçmenin gözünde CHP’ye iltihak etmiş gibi bir algıya yol açmamak gerekirdi.

Bu bakımdan Saadet, Gelecek ve DEVA’nın seçime CHP logosu altında girmeleri iyi fikir değildi. CHP yönetiminin “Meclis çoğunluğunu kazanmak için ittifak olarak daha fazla milletvekili kazanmalıyız” diyerek baskı yapması sonucunda adı geçen partiler bu hatayı işlediler. Ama şimdi de hak etmedikleri kadar vekillik aldılar diye suçlanıyorlar. Oysa karşı çıkılması gereken ittifaktaki ortakların vekillik sayısı değil, izlenen yanlış siyaset olmalıydı. Bu yapılmayınca olmuyor. İşin özü bu.

YORUMLAR (202)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
202 Yorum