Enflasyon düşerse seçimi kazanabilir mi?
Hükümet seçim gününe kadar enflasyonu düşürmeyi başarabilir mi? Bunu yaparsa seçimi kazanabilir mi? Perşembe yazısında bu soruları ortaya atıp mevcut iktidarın enflasyonla mücadele konusunda bilhassa 2018’den itibaren izlediği politikaların ne getirip ne götürdüğünü hatırlamaya çalışmıştık.
Bir defa, bugünkü Maliye Bakanı’nın da bir ara ifade ettiği üzere, bu iktidar ekonomide “ortodoks” bilimsel anlayışa iyi gözle bakmıyor. Bu yüzden de uzmanların veya bilim insanlarının görüşlerine ve önerilerine uygun bir tutum göstermiyor. Öyle anlaşılıyor ki bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonominin işleyişi konusunda özgün bir yaklaşımı var. Yalnızca ekonomistlerin tepkisini çeken “Faiz sebep, enflasyon neticedir” görüşünü kastetmiyorum. Bu mottoyu da ortaya çıkaran “daha pratik” bir yaklaşımı kastediyorum. Sözgelimi enflasyonu frenleyebilmek için faiz yükseltmek gerektiğinde bunu yapmak yerine ülkenin döviz rezervlerini eritmek olsa olsa kısa vadede gerçekleşmesi hedeflenen başka bir amaçla ilgili olmalıdır. Bu tutulan yolun yanlışlığı muhakkak olsa da rasyonaliteden kopmuş olmakla açıklanması yeterli olmayabilir. Kendi içinde bir rasyonalitesi var belki de.
Diğer yandan, enflasyona karşı mücadele için faiz arttırma seçeneğinden ısrarla uzak durulmasının sebebinin “bu konudaki nas” olduğuna inanmak da çok zor. Yirmi yıldır iktidarda olan bir kadronun faiz hakkında nas bulunduğundan ancak 2021 yılında haberdar olmuş olabileceğini düşünmek zor çünkü.
Erdoğan mezkûr “Faiz sebep enflasyon neticedir” görüşünü uzunca bir süredir savunuyor. Ancak buna dayanak olmak üzere “nas” konusunu 2021’in kasım ayında ortaya attı. Piyasalardan gelen bu yöndeki taleplerin arttığı ve kendi partisinin ekonomi kurmaylarının aynı görüşü savundukları sırada…
“Bu konuda nas ortada, nas ortada olduğuna göre sana bana ne oluyor. Olaya buradan bakacağız ve ona göre de adımımızı atacağız” şeklindeki meşhur sözü o zaman söyledi. Bilahare “Bir Müslüman olarak nas ne gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim” dedi.
Tabiri caizse, siyaset oyununda böylesi hassas bir kartı masaya sürmek siyaseten ciddi bir hamleydi. İzlenen politikaları belirli kesimlerin nezdinde meşrulaştırmak ve ortaya çıkan olumsuzlukları dinin emirlerine uymanın sonucu olarak göstermek ince bir manevra gerçekten. Ne var ki siyaseten “bağlayıcı” bir adım bu aynı zamanda. Yarın öbür gün teknik gerekçelerle faizi yükseltme kararı almanız gerekirse elinizi kolunuzu bağlayacak bir bagaj.
Bütün bu bildiğimiz -ve belki ayrıca bazı bilmediğimiz- sebepler yüzünden mevcut iktidarın “Faiz sebep, enflasyon netice” retoriğine zarar verecek bir yola girmesi zor görünüyor.
Ama ne olursa olsun ortaya çıkan sonuç iktidar açısından savunulabilecek bir tablo değil. Bu durumda Ortodoks olmayan yöntemlerle ekonomiye yönetmeye devam etmesi yaşanan sorunu -yani seçim sandığını- yok saymayı gerektirir ki bunu herhalde yapamaz. Ne var ki öbür yola dönmesi de zor. Yani bilim insanlarının önerileri ve piyasanın talepleri doğrultusunda mevcut sorunlara çözüm bulmaya çalışması da bu sefer “Madem doğru yöntem buymuş, ne diye bunca sıkıntıyı çektirdiniz bize” tepkisine yol açacaktır.
Siyaset elbette pragmatik olmayı gerektirir. Ancak herhangi bir konuda yapılacak manevraların seçmendeki güven duygusunu da zedelemeden gerçekleştirilmesi icap eder. AK Parti iktidarı bugüne kadar birtakım alanlarda keskin virajları bu anlamda “başarıyla” geçti, tabanında çok fazla rahatsızlık oluşmadı. Mamafih ekonomi söz konusu olduğunda hassasiyetler biraz daha ileri seviyede olabilir diye düşünülmeli.
Hasılıkelam, böyle bir siyasi ve iktisadi çerçeve içinde iktidarın yapabileceklerinin sınırları belli. Rusya’dan veya Suudi Arabistan’dan gelecek dövize güvenerek, enflasyonun baz etkisiyle bir miktar duracağını hesap ederek ve halka “Aynı sıkıntılar bütün dünyada yaşanıyor” diye laf anlatmaya çalışarak süreç yönetilemez.
Ekonomik sıkıntıların çözümünü yalnızca enflasyonun artışının bir miktar frenlenmesi ümidine bağlayan bir anlayış içinde seçime giden bir iktidar partisinin sandıkta umduğunu bulabileceğini düşünmek için fazla iyimser olmaya ihtiyaç var.
Bu bir yana, seçim gününe kadar ekonomik sorunların hafiflemesine yönelik beklentinin gerçekleşmesi durumunda bile iktidar partisinin sandıktan umduğu sonucu alabilmesinin garantisi yok. Çünkü mesele ekonominin yanlış yönetilmesinden ibaret değil.
İktidarın bizatihi yönetme tarzının toplumda uyandırdığı rahatsızlığı görmezden gelerek kurgulanan siyasi senaryoların hiçbirinin hiçbir anlamı yok.