Ekonomik tablonun sebebi mülteciler mi?
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu vahim tablonun ve yaşanan sıkıntıların tek bir sebebi var. O da kötü yönetim. Kötü yönetimin yansımalarının en fazla hissedildiği alan ise doğal olarak ekonomi. Vatandaşın cebine giren parayla cebinden çıkan paranın değeri arasında giderek büyüyen uçurum doğrudan hissediliyor.
Dış politikada veya eğitimde veya sağlıkta veya tarımda veya başka bir alanda yapılan yanlışlar ancak o alanın doğrudan ilgilisi olan kesimleri derece derece etkilediği için bu konulardaki büyük yıkım tablosu kolayca görülemeyebiliyor.
Ekonomi yönetimindeki yanlış kararların, isabetsiz uygulamaların, ehliyetsiz kadro tercihlerinin ve politik inatlaşmaların doğum tarihinin iktidar partisinde ve devlet yönetiminde otokrasinin sahneye çıktığı günlere kadar uzandığı ortada.
Öyle ki iktidar partisinde genel başkanın “eşitler arasında birinci” konumunda olduğu 2002-2012 arası 10 yıl boyunca dolar kuru 2 TL’nin altında kaldı. Gezi Parkı olaylarının ardından AK Parti’nin “lider partisi”ne dönüştüğü 2013’te 2 TL’nin üzerine çıktı. 2017’de resmen partili cumhurbaşkanlığı düzenine geçilmeden önce 3 TL olan dolar bundan sonra hiç hız kaybetmeden yükselişini sürdürdü ve 18 TL’ye kadar ulaştı.
Aslında yaşanan hadise elbette doların değerinin artması değil, Türk lirasının değerinin eriyip gitmesi. Yalnızca birkaç yıl içinde milli paramızın değerini tam altı kat azaltan, yani ülkeyi altı kat yoksullaştıran ekonomi politikaları orta sınıfı neredeyse ortadan kaldırdı, devletin kaynaklarını tüketti. Hazinenin döviz rezervleri bile umursamadan buharlaştırıldı. Vatandaşın yaşadıklarının da sebebi bu alandaki kötü yönetim.
***
Ne var ki yanlışların bir tek ekonomi alanında tahribata yol açtığını söylemek mümkün değil. Ekonomi muhakkak ki en belirleyici alan. Ekonomi kötü olunca başka bir alanda başarı sağlamanız mümkün değil. Fakat ekonomiyi aldığı yerden bugünkü yerine getiren politikaları bir bütün olarak görmek lazım. Bir yönetme zihniyetinin sonucu olduğunu görmek lazım başımıza gelen felaketin. Doğal olarak başka alanlardaki olumsuz tabloları da bunun sonucu olarak değerlendirmek lazım.
Mülteci veya sığınmacılar konusunun yönetilmesindeki zaaf ve hatalı tutumlar da bu çerçevenin içinde. Ne var ki tıpkı iktidar çevrelerince Türkiye’nin en önemli gündem maddesinin İHA ve SİHA üretilmesi olduğuna inanmamız istendiği gibi, bazı muhalefet kesimlerinde de konuşulması gereken tek problemin mülteciler konusu olduğu görüşü var.
İktidar, başta ekonomi olmak üzere, her alanda yaşanan sorunların kaynağının bizim İHA ve SİHA üretmemizden çekinen dış güçlerin müdahaleleri olduğu propagandasını yapıyor. Kimi “muhalif” odaklar da aynı şekilde ülkemizdeki sığınmacıları temizlersek hiçbir derdimizin kalmayacağını, zaten ekonomideki problemlerin de sebebinin mültecilere harcanan paralar olduğunu veya işsizliğin yabancılar yüzünden yaşanan bir sorun olduğunu vesaire anlatıp duruyorlar.
Sonuç itibarıyla her iki propaganda da aynı kapıya çıkıyor: Aslında kötü yönetimin yol açtığı sorunları iktidarın dışındaki adreslere fatura etmemiz gerektiği iddiası.
Ekonomideki hasar tablosunun en ağır şekilde etkilediği geniş toplum kesimlerine günah keçisi olarak yabancı sığınmacıları göstermek hem yanlış hem de tehlikeli. Gerçek sebebin gizlenmesi bakımından yanlış, ekonomik sıkıntı içindeki insanların yaşadıklarının acısını belirli gruplardan çıkarmaya yöneltmesi bakımından tehlikeli.
***
Ne yazık ki ülkede daha da büyüme istidadı gösteren sığınmacı karşıtlığı mevcut toplumsal kutuplaşmayı da tahkim edecek bir araç olarak kullanılmaya müsait bir konu. Mevcut iktidarın ülkeyi iyi yönetip yönetmediğinin değil, sığınmacılara kimin nasıl yaklaştığının kriter alınacağı veya ensar ve muhacir gibi kavramların tartışılacağı bir ayrışma muhalefetin lehine bir tablo oluşturmayacaktır.
Oysa sığınmacılar konusundaki sıkıntılar da iş başındaki yönetme anlayışının doğurduğu bir kötü yönetim pratiği. Daha önce de defalarca yazdım: 11 yıl önce başlayan iç savaştan kaçan Suriyeli sığınmacıları Türk milleti bağrına bastı. Ne var ki aradan geçen zamanda bu insanların geleceğine ilişkin hiçbir vizyon ve hiçbir somut politika üretilmedi. Ülkedeki sığınmacılar konusunun bugüne kadar ciddi bir sosyal krize dönüşmemiş olması Türk toplumunun olgunluğu ve tarihi tecrübesi itibarıyla geliştirebildiği empatik yaklaşım sayesinde mümkün oldu. Ancak mesele bir devlet politikası çerçevesinde ele alınmayınca bazı toplum kesimlerinde doğal olarak oluşan huzursuzlukların kontrol edilebilmesi zorlaştı.
Suriyeliler haricinde ise, son birkaç yıl içinde Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden gelen dikkat çekici sayıdaki “18-30 yaş arası erkek” göçmen kitlelerinin durumu ise ayrıca izaha muhtaç bir mesele iken, konuyu ısrarla hükümet politikalarının dışındaki bir alana çekmeye çalışmak ve sosyal bir krize zemin hazırlamaya kapı açmak “muhalif” olma iddiasındaki bir kesim açısından en hafif tabirle yanlış bir yaklaşım.
Tıpkı muhalefetin başka bir kesiminin böyle bir sorun yokmuş gibi davranması ve topluma bir çözüm vaadinde bulunmaktan imtina etmesi kadar yanlış.