CHP’yi büyütmek muhalefeti küçültmek
Öyleyse genel başkanı değişse de değişmese de oylarını arttırmak ve iktidar olma iddiasını sürdürmek için söz konusu ittifakı ortaya çıkarmış olan siyaseti terk etmemesi ve tabii ayrıca bunu bir adım ileri götürmesi lazım. Ne var ki seçim sonrası oluşan psikolojik atmosferin etkisiyle olacak, bugünlerde bu hususta akıl ve mantık dışı yaklaşımlar ortada dolaşıyor ve bunlar rağbet görüyor. 14 Mayıs’ta yaşadığı büyük hayal kırıklığıyla sarsılmış olan CHP tabanını da zehirleyen bu yönelim artık geri dönülemez noktaya ulaşmış görünüyor.
Millet İttifakını oluşturan unsurlara yönelik “muhalefet” seçim öncesinde bile CHP’li bazı kalemlerin önceliği durumundaydı. Bunlar partilerinin “sağcılarla” ittifak yapmasını içlerine sindiremediklerini, zaten iktidar partisiyle muhalefette olanlar arasında fark görmediklerini söylüyorlardı.
Ama oy oranı yüzde 22 olan bir partinin yüzde 50+1 oy alabilmesi için ne yapılması gerektiğini söylemiyorlardı. Gerçi bu kesim için iktidar hedefi diye bir düşünceden söz etmek ne kadar doğru, o da tartışılabilir.
Düşünün ki seçimden önce CHP’nin iktidara gelmek uğruna ideolojik çizgisinden taviz vermemesi gerektiğini yazanlar, söyleyenler bile çıktı.
Platon’un son zamanlarda Facebook’ta sürekli paylaşılan “Demokrasi eğitimli toplumlar için uygun bir rejimdir” sözüne gönderme yapıp önce halkın eğitilmesi gerektiği görüşünü savunanlar seçimden sonra iyice çoğaldı.
Ama iktidar olmadan bunu nasıl yapabilecekleri şimdi daha da belirsiz.
***
Cumhuriyet gazetesinin önceki günkü birinci sayfasında yer alan bir haberde “parti tabanından bazı isimlerin” önümüzdeki belediye seçimine Ankara’da şimdiki başkan Mansur Yavaş’la değil, “CHP’li bir adayla” katılmak istediği duyuruluyordu. Haberin başlığı da şu şekildeydi: “Sağcı değil CHP’li olsun”.
Sağcı ne demek? CHP’nin bir “sol belediyecilik” anlayışı var da Yavaş bunun yerine “sağ belediyecilik” anlayışını mı uyguluyor?
Yoksa partinin logosundaki “altı ok”un temsil ettiği ilkeleri benimsemediği mi düşünülüyor CHP’li başkanın? Laikliğe mi, milliyetçiliğe mi, halkçılığa mı ayak uyduramıyor?
Anlaşılan o ki Yavaş’ın “geldiği yer” problem oluşturuyor. Yani kökeni. Şimdi nerede durduğu değil, hangi kabileye mensup olduğu önemli.
Aynı dışlayıcılığın Ekrem İmamoğlu’nu da hedef aldığı malum. Babasının veya başka bir yakının geçmişte siyaset yaptığı adresin işaret edilip “Bizden değil, ANAP’lı” diye adata aforoz edilmek istenmesi başka yerde göremeyeceğiniz bir tuhaflık.
Daha önce sağ partilerde siyaset yapmış başka isimlerin CHP’ye katılımında da problemler yaşandı. Bünye “yabancı unsurları” kabul etmedi. İtirazların gerekçesi “Bunlar bizim kabileden değil” diye özetlenebilir.
“Bu katılımların bize nasıl bir katkısı olabilir, bu yeni isimler sayesinde daha önce yapamadığımız neleri yapabiliriz” şeklinde bir yaklaşım benimsenemedi belirli kesimlerce. Parti yönetiminin geniş toplum kesimlerine ulaşma siyaseti de bu yüzden yeterince başarılı olamadı.
***
Ankara’yı bilenler Mansur Yavaş olmasa CHP’nin belediye başkanlığını kazanmasının hayal olduğunu söylüyorlar. Buna rağmen başka bir adayla seçime girmeyi tartışmak akılla açıklanabilir bir tutum değil. Bu bakımdan “Sağcı değil CHP’li olsun” haberindeki dışlayıcı dil söz konusu partideki asıl meselenin ne olduğunu anlamamız için yeterli bir veri paketi sunuyor bize.
CHP’nin yakın geçmişteki birçok girişime rağmen “geniş toplum kesimlerine ulaşma” konusunda neden bir türlü başarı gösteremediğinin açıklaması bulunabilir bu haberde.
Demek ki kendi partilerinin adayı olarak seçim kazanmış ve dört yıldır “CHP’li belediye başkanı” olarak Ankara’yı yöneten kişiyi bile hâlâ benimseyemeyen, dışlayan, ötekileştiren bir kafa var ana muhalefet partisinde.
Parti yönetimine yönelik çağrıları gazete manşetlerinde yer bulabildiğine göre ciddiye alınması gereken bir kesimden ve bunların temsil ettiği bir anlayıştan söz ediyoruz. Bu anlayış partiyi büyütebilecek, oylarını arttırabilecek bir anlayış mı? Değil tabii ki.
Tam aksine partiyi büyütmeye, seçmen tabanını genişletmeye yönelik çabalara “küçük olsun bizim olsun” diye karşı duranların anlayışı bu.
Seçim yenilgisinin ardından daha da güçlenmiş görünen bu anlayış yerinde durdukça CHP’nin ne genel başkanını değiştirmesi fayda sağlar ne başka bir şey.
Toplumun geri kalanıyla kavgalı olmaya dayalı bir siyaset kaçınılması gereken bir tuzaktır. Ancak 14 Mayıs’tan sonra çanak çömlek patlamış görünüyor. Kırılan vazoyu tamir etmek çok zor. Artık yeniden CHP liderliğinde bir muhalefet bloku tesis etme imkânından söz edilemez. Bunu görmek lazım.
Dolayısıyla önümüzdeki süreçte toplumun çoğunluğuna hitap edebilecek yeni bir muhalif hareketin toplumsal yelpazenin sağ tarafından başlatılmasına yönelik arayışlar kıymet kazanabilir. Bugünkü konjonktürde daha zor gibi görünse de şimdilerde isimleri ortalıkta dolaşan kimi siyasi aktörlerin bunu uzun vadede tercih edilecek seçenek olarak görmeleri mantık dışı olmaz herhalde.