Birlik ve beraberlik zamanı kavga etme ihtiyacı
Görülmemiş ölçüde büyük bir felaket yaşadık gerçekten. Türkiye’nin son dönemde maruz kaldığı en kara gün, en büyük yıkım, en derin acı, en tarifsiz çaresizlik bu.
Böylesine büyük bir felaket karşısında ayrılıkların gayrılıkların bir kenara bırakılması, yaraların sarılması için el birliği içinde gayret gösterilmesi icap eder. Bunu söylemek veya hatırlatmak bile gereksizdir, tabii ki bu böyledir.
Böyle bir zamanda komşunuzla siyasi düşüncenizin farklı olmasının veya tuttuğunuz takımların ayrı olmasının ne önemi olabilir?
Ülke yönetiminin sorumluluğunu üstlenmiş olanların da görevi vatandaşlarını ayrıştırmak, ötekileştirmek, yardım kuruluşlarını bile “bizim” ve “onların” şeklinde tasnif etmek olmamalıdır.
Deprem bölgesinde yerel yönetimleri “iktidarın belediyeleri, muhalefetin belediyeleri” diye ayrıma tabi tutmak akla en son gelecek, daha doğrusu hiç gelmeyecek bir yaklaşım olmalıdır.
Aslında her zaman ama bilhassa böyle bir zamanda kucaklayıcı olmalıdır, birleştirici olmalıdır, toparlayıcı olmalıdır ülkeyi yönetenler. Eleştirilere tahammüllü olmalıdır. Hatalarını, eksiklerini, kusurlarını saklamaya değil gidermeye çalışmalıdır.
Peki, mevcut iktidar ne yapıyor? Mevcut iktidar deprem gününden bu yana önüne gelen herkesle kavga ediyor, herkese en ağır lafları ediyor.
Böyle bir günde birlik, beraberlik, kardeşlik mesajları vermesi gerekenler tam aksine toplumdaki farklılıkları kaşıyacak, kutuplaşmayı körükleyecek gerginlikleri artıracak bir dil tutturmuş gidiyorlar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan daha depremin üçüncü günü afet yönetimindeki eksikleri ve yetersizlikleri eleştirenler hakkında “Haysiyetsiz”, “Namussuz”, “Şerefsiz” gibi ifadeler kullanmıştı.
MHP lideri Bahçeli'nin önceki günkü grup konuşmasında kullandığı kelimeler ise şunlar: “Akbabalar, kanı bozuklar, haşaratlar, işbirlikçi sefiller, müfteri ve müfsitler, simsarlar, izansızlar, menfaatperestler, aymazlar, asalaklar, alçaklar, sahtekârlar, mikroplar…"
Cumhur İttifakı üyesi partilerin diğer yöneticilerinin, milletvekillerinin, iktidar medyasının ve trol teşkilatının dili de aşağı yukarı bu dil zaten. “Koordinasyon” konusunda başarılı oldukları alanlar var yani!
Peki, bu dilin amacı ne? Birlik ve beraberliği temin etmek mi? Kardeşliğimizi güçlendirmek mi? Böylesine büyük bir felaket karşısında milletin her türlü farklılığı unutup el ele vermesini sağlamak mı?
Söz konusu yöntemle bu amaçlara ulaşmak mümkün olmayacağına göre, neden yapıyorlar bunu?
Kavgayla gürültüyle ne elde edilebilir?
Yaşanan felaketle ilgili sorumluluklarının konuşulmasını engellemek, bunun için de gündem değiştirmek, dikkatleri başka yere çevirmek istiyorlar belki.
Ancak aklı başında her insanın görebileceği ve gördüğü üzere, ülkenin ihtiyacı bu değil. Milletin ihtiyacı kamplaşmak, kutuplaşmak, birbirine düşmek değil.
Bu dil ülkenin deprem travmasından çıkarılması çabalarına hem bugün hem de yarın ciddi ölçülerde zarar verir. Acıları arttırır, öfkeyi körükler, kaygıları büyütür, ümitsizliği besler.
Üstelik bu yöntemin kendilerine de siyasi bir fayda sağlaması imkânsız. Barajını yıkan su gibi kontrolsüz şekilde yayılıp yükselen olumsuz enerji ister istemez siyasi iktidara yönelecektir. Bunu önlemenin yolu sağa sola saldırmak değil.
Hükümetin yapması gereken artık seçim hesaplarıyla uğraşmayı bırakıp kendisini millete affettirecek bir yola girmektir.
Bundan yana ümitli olabilir miyiz? Mevcut iktidar yapabilir mi böyle bir şey? Perşembe’nin gelişi çarşambadan belli olduğu için, özellikle son sekiz on yıl içindeki gidişat itibarıyla, hatalarından dönme iradesi gösterebileceklerinden benim şahsen ümidim yok.
Amma velakin “Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.”