Asıl kaygı nüfus yapısının değişmesi mi?

Türkiye’nin bir göçmen meselesi var.

Bunu yok sayamayız. Dolayısıyla konunun siyasi alanda tartışılmaya başlanması yanlış değil. Yanlış olan meselenin gerçek mecrasının dışına taşınması. Özellikle de ideolojik saplantıların, politik hesapların aleti yapılması.

Suriyeli sığınmacılara yönelik “su faturası” türünden girişimler rahatsız edici. Bu milletin değerlerine ve hasletlerine yakışmayan bir hoyratlık. Keza göçmen karşıtlarının “Bindirelim otobüse trene, gönderelim ülkelerine” retoriği hem gerçekçi değil hem yakışıksız. Ama kimi AK Parti yöneticilerinin seslendirdiği “Öyleyse Türkler de Orta Asya’ya dönsün” retoriği de yakışıksız ve rahatsız edici.

Unutulmaması gereken husus şu: Toplumda her geçen gün büyüyen göçmen hassasiyetinin sebebi ne göçmenlerin kendisi ne de bu ülke insanının değerleri.

Asıl problem ülkedeki göçmen veya sığınmacı varlığına ilişkin olarak rasyonel ve sürdürülebilir politikalar geliştirilmemiş olması. Halihazırda nüfusunun yüzde onu civarında bir göçmen kitlesine sığınak olan Türkiye Avrupa’da “göçmen bakanlığı” bulunmayan az sayıda ülkeden biri. Bunun üzerine başka ne söylenebilir?

Birinci problem politikasızlık. İkinci problem ise bu politikasızlığın ideolojik tartışmalarla örtülmeye çalışılması. CHP’li Bolu Belediye Başkanı bu anlamda çok güzel bir pas verdi, tartışmayı hükümetin politikasızlığının üstünü örtecek bir boyuta taşıyarak…

Yine bazı CHP’li siyasetçilerin özellikle son dönemde işsiz kalan veya geçim sıkıntısı çeken insanlara problemin adresi olarak Suriyelileri göstermeleri de akıllıca bir siyaset olmasa gerek. Ana muhalefet partisi saflarındaki bu kafa karışıklığı hayra alamet değil.

Oysa CHP’nin iyi kötü bir “çözüm projesi” var bu konuda. Kılıçdaroğlu geçenlerde Avrupa ülkelerine yönelik düzensiz göçlerden şikâyet eden AB yetkililerine “Elinizi cebinize atacaksınız, Suriyelilerin yolunu, okulunu, hastanesini, kreşini, her şeyini, hepsini yapacaksınız arkasından Suriyelileri biz kendi ülkelerine göndereceğiz” dediğini açıkladı. Bunun için de iktidara geldiklerinde Suriye ile diplomatik ilişkilerin yeniden kurulacağını söyledi. Bu şekilde iki yıl içinde sorunun çözüleceğini iddia etti. Üstüne basa basa “Irkçılık yapmıyoruz, Suriyeliler bizim akrabalarımız ama onlar doğdukları topraklarda mutlu olurlar. Dolayısıyla Suriyeli kardeşlerimizi huzur içinde kendi ülkelerine göndereceğiz” diyerek…


Kılıçdaroğlu’nun projesi ne kadar gerçekçi veya ne kadar fizıbıl, bu tartışılabilir. Bana sorarsanız, uygulanabilirliği neredeyse imkânsız. Ama neticede somut bir politika ve çerçevesi belirli bir çözüm önerisi sunuyor topluma. İkincisi, dengeli bir dil ve üslup kullanarak bu hassas konudaki önerisini dikkatle açıklıyor ki bu da çok önemli.

Peki, halihazırda iktidarda olan partinin (veya partilerin) bu konuda topluma sunduğu bir çözüm önerisi, somut bir hazırlığı, bir vizyonu var mı? Seçimden önce detayları belirsiz şekilde “Suriyelileri ülkelerine geri göndereceğiz” vaatlerinde bulunmaktan geri kalmamış ama kısa sürede bu sözlerini unutmuş olan iktidar partisinden ana muhalefet partisi liderinin açıklamalarına karşı bugünlerde söylenenler “Suriyeliler ekonomiye fayda sağlıyor. Kılıçdaroğlu ırkçılık yapıyor” laflarından ibaret.

Halbuki toplumda belirli hassasiyetlere yol açan Suriyeli sığınmacılarla ilgili mesele bu insanların varlığından ziyade bu insanların varlığıyla ilgili politikaların belirsizliği. Bu insanların büyük bölümünün ülkede kalıcı olacağını “sokaktaki adam” da biliyor ve söylüyor. Bunu söylemek siyaset üretmek değil. Siyaset üretmek kalacaklar için de gidecekler için de program ve proje hazırlamakla olur. Bu bir… İkincisi, Suriyeli sığınmacılar meselesinin ideolojik tartışma konusu yapılması, argümanların bilhassa ümmet, ensar, muhacir vs. kavramlarıyla ifade edilmeye çalışılması bazı kesimlerde farklı kaygılar uyandırıyor. Sayıları 5 milyonu bulan Suriyelilerin ve sayılarının yine 5 milyonu bulmasından endişe edilen Afganistanlıların “Türkiye’nin demografisini dönüştürmek için” bir araç olarak düşünüldüğüne ilişkin komplo teorilerine kapı aralıyor.

Muhakkak ki bir paranoyadan söz ediyoruz burada ama toplumdaki göçmen hassasiyetinin kökenlerini anlamak bakımından önem taşıyor bu detay da.

Benzer şekilde Afgan göçmenler konusu da anlaşılması zor bir mesele. Bu insanların üç bin km. yolu ellerini kollarını sallayarak yürüyüp gelmiş olmaları ne kadar normal? İran’ın doğu sınırlarından girip batı sınırlarından çıkan yüzbinlerce insanın göçü Tahran yönetiminin haberi olmadan mı gerçekleşiyor? Türkiye’yi yönetenler bunu İran’a hiç sormuyorlar mı? Türkiye ile İran arasındaki sınır çok geniş olduğu için geçişlerin kontrol edilemediği izahı ne kadar kabule şayan? Öyleyse İran’da toplumsal bir kargaşa olsa ne olacak? İran nüfusunun yarısı buraya mı gelecek?

Ne çok soru var…

YORUMLAR (145)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
145 Yorum