Siyasetin alanını daraltmak akılcı değil
Tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyor Türkiye. Kime sorsan, farklı bir şey duymuyorsun. Gelgelelim, konunun özünde, hangi meselelerin acillik taşıdığında, öncelik ve taleplerin neler olduğunda bazılarıyla fena halde ayrışıyoruz. Bu da doğaldır. Dünya görüşümüz, ideolojik tercihlerimiz bizi kimi zaman karşıt uçlara savurabilir. Bunda bir tuhaflık yok.
Tuhaflık bunun sonrasında, kimi muhaliflerin tercih ettikleri dil ve yöntemde başlıyor. Yetmiş yıllık bir demokrasi geleneğimiz var. Sandığın değerini biliyoruz. Her tür cuntayı, darbeyi en kısa sürede sandık yoluyla etkisizleştirmişiz. Vesayetle mücadelede tutarlı ve güçlü bir tarihimiz var. Siyaset alanının sivilleşmesini, özgürleşmesini önemsemişiz. Siyasi alanda çabucak örgütlenme becerisine sahibiz.
Siyasetin önü tıkandığında yeni bir parti etrafında birleşmeyi, zorluğu aşmayı bilmişiz. Demokrasiye ve sandığa bağlılığımız yüksek, siyasi mücadeleyi içselleştirmişiz. Bucak teşkilatından TBMM’ye kadar her düzlemde siyaset üretmeyi, çözümü siyaset içinden çıkarmayı öğrenmiş, benimsemiş ve hep daha ileriye taşımışız. Seçkinci bakışın toplum mühendisliği heveslerine inat, hep toplumun lehine yapmışız bunu da.
Bunları neden böyle uzun uzadıya yazıyorum? Çünkü birileri önemsemese de çok önemli birikimlerdir bunlar. 15 Temmuz hain darbe girişimini de bu tarihi ve siyasi birikim sayesinde savuşturduk. Karşıt uçlara, uzlaşmaz konumlara savrulabiliriz. Ama çözümü siyaset içinden çıkarırız. Siyaset üretir ve bunu kendi toplumsal tabanımızın daha ötesine yaymak, toplumsal tabanımızı genişletmek için kullanırız.
Yoksa, tam tersine, siyaset alanını daraltarak değil. Türkiye’de son dönem kimi kesimlere ne yazık ki yine böyle bir eğilim hakim olmaya başlamış görünüyor. Bu zaten siyasetin doğasına ve meşru alanına, siyaset yapma zeminine ters. Daha da önemlisi 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan toplumsal ve siyasi şartlara ters.
Türkiye’nin yaşadığı tehdit ve bunun savuşturulması konusunda ciddi bir toplumsal mutabakat var. Önemsediğim araştırma şirketlerinin çalışmalarında da bu apaçık görünüyor. Üstelik toplumda savunma ve korunma duygusu kadar, yenilenme ve değişim arayışı da var. Anayasa ve sistem tartışmalarımızın özünü de bu arayış oluşturuyor. Bu arayışı bir partiye, hatta bir ada indirgemek varolan siyasi gerçekliği doğru okuyamamak demek.
HDP bu hatayı işledi. “Seni başkan yaptırmayacağız” tutumu ile çözüm sürecinde işbirliği yapabileceği, sorunlar için ortak zemin oluşturabileceği ve bu yolla siyaset alanını genişletebileceği tek siyasi aktörü ve partiyi kaybetti. Şimdi de CHP benzer bir hata içinde. Siyaset alanını daraltan bir söylemin coşkusuna kapılmış görünüyor. “AKP faşizmi” gibi, “ne darbe, ne dikta” gibi 1970’lerin romantik devrimciliğinin yeniden doğuşu sayılabilecek, toplumun geniş kesimlerinde karşılığı olmayan tuhaf tanımlara sürükleniyor.
Son araştırmalar gösteriyor ki siyaset alanını daraltan tutumunda ısrarcı olan HDP ciddi oy kaybına uğradı. En azından Meclis’teki tutumunu değiştirerek bu açmazdan çıkabilir, yeniden siyaset alanını genişletmeye yönelebilirdi. Olmadı. Şimdi çözüm üreten siyasetin iyice uzağına savrulmuş görünüyor. Aynı tehlike CHP için de geçerli.
Toplumun pek çok kesiminin hassasiyet ve önceliklerini dışlayan bir söylemle siyaset alanını daraltarak kendi toplumsal tabanını konsolide edeceğini sanıyor olabilir. Bence yanılıyor. Siyasetin alanını daraltırken toplumsal tabanının da daraldığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalabilir. 15 Temmuz’da ortaya çıkan tehdidin savuşturulması için benimsenen yola CHP tabanının homojen bir tepki verdiğini düşünmek yanıltıcı olabilir.
Birbirimize siyaseten daha fazla kulak kesilmek, birbirimizi daha iyi anlamak gereken bir dönemdeyiz. Kapıları baştan kapatarak değil, karşımızdakinin tutumundan hoşlanmıyorsak bile, yaklaşmayı deneyerek hareket etmeliyiz. Ak Parti’nin CHP’yi de anayasa yapımı sürecine katkıda bulunmaya çağırması örneğinde olduğu gibi.