Model ülkeyiz öyle kalacağız
Türkiye’nin Ak Parti dönemindeki dış politika anlayışını uzun uzadıya tartışmak değil niyetim. Bu politikanın yöntemleri eleştirilebilir. Eleştirilmelidir de. Benim vurgulamak istediğim tek bir şey var: Önceki dönemden keskin bir kopuş anlamına gelen bu yeni dış politika anlayışının hedefleri ve içeriği doğrudur. Türkiye’nin nicedir aradığı, bildiği, ama yürek yetiremediği doğrulardır bunlar. Hedef ve içeriğe yönelik eleştirilerin büyük kısmı yıkılan statükonun ihyası talebini içermektedir ve özünde gericidir.
Buradan varmak istediğim bir yer var elbet, onun için de biraz eskiye gideceğim önce. Vatan gazetesindeki 23 Mart 2004 tarihli yazımda Ortadoğu’ya yönelik tartışmalara değinerek şunları belirtmişim:
“Batılı güç merkezleri için Soğuk Savaş dönemi ve hemen arkasından gelen belirsizlik yılları süresince, bölgede tercih edilen tek şey istikrarlı rejimler idi. Rejimlerin istikrar derecesi, bunların totaliter, diktatöryel, otokratik rejimler olup olmamaları gerçeğini önemsizleştiriyordu. Zaten Soğuk Savaş dönemi bölgede bir tür ikincil müttefik paylaşımı dönemiydi.
Sovyet Bloku’nun çözülüşünden sonra bu eski alışkanlık etkisini bir süre daha koruduysa da, kutuplardan birinin boşalması ve bölgedeki güç dengesi savaşının ortadan kalkması, bölgeye özgü mikro güç dengesi savaşlarını daha gözle görülür ve bu savaşlara girmeyi daha fazla özendirir hale getirdi. Kimi rejimler daha gözü pek deneyimlere girişmek için koşulların olgunlaştığı izlenimine kapıldılar.”
Aynı yazıda hem Ortadoğu, hem tüm İslam coğrafyası için hedeflenen şeyi şöyle tanımlamışım: “Batılı güç merkezlerinin bölgede yine istikrarlı rejimlere gereksinimi var. ‘Yine’ sözcüğünün altını ısrarla çiziyorum, çünkü kimi geçiş dönemleri belli bölgelerde istikrarsız rejimleri daha işlevsel kılabilir; ama Ortadoğu’da bunun işlemeyeceği görüldü.
Öngörülen istikrarlı rejimlerin öncekinden farkı, bunların arkasına mutlaka bir kamuoyu desteği konmasının gerekli hale gelmiş olması. Diğer deyişle demokrasi oyunu oynayan (bunun ilk aşamasının ne kadar sancılı ve kanlı olacağı Irak örneğinde açıkça görünüyor), bunu belli ölçüde içselleştirmeyi başaran, ancak sürekli yön göstermeler aracılığıyla, öngörülmeyen noktalara gitmesi engellenen bölge ülkelerine gereksinim var.”
Bu satırların üzerinden geçen on iki yılda Batı tasarımı nice senaryo tedavüle sokuldu. Nice Müslüman toplumun özgürleşme ve demokratikleşme talepleri öngörülmeyen sonuçlar doğurdu. Yeniden güç topladığı sanısına kapılan Rusya oyuna dahil oldu. Öngörülmeyenden korkuldu, bildik olana dönülmek istendi. Bedeli ortada: Büyüyen bir kargaşa. Tüm bunlar olurken, Türkiye özgürlük, demokrasi, vicdan ve adalet safında yer tuttu. Ne kadar inkar edilirse edilsin, hakikat budur.
Şimdi gelelim varmak istediğim yere: “Türkiye model ülke olmaktan çıktı” denip duruyor. Türkiye teröre, darbe girişimlerine, toplumsal barışı tehdit eden alt üst oluşlara rağmen bu niteliğini koruyor. Ve Türkiye, bugün de tüm İslam coğrafyasına ışık tutmak mecburiyetinde. Başta laiklik olmak üzere, toplumsal enerjimizi boşa tüketen anakronik tartışmalardan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı gibi son noktayı koyup sıyrılma zamanıdır.
Yeri geldikçe söylüyorum, önümüzde büyük bir fırsat var: Yeni anayasa ve yönetim modeli arayışı üzerinden büyük bir toplumsal uzlaşma oluşturma fırsatı. Bu fırsatı kullanmalı, her birimiz katkıda bulunmalıyız. Biz model ülkeyiz, hep de öyle kalacağız. Başta İslam coğrafyası olmak üzere, özgürlük, demokrasi ve adalet arayan tüm mazlum toplumlara karşı boynumuzun borcudur bu ödev. Toplumsal enerjimizi tarih tünelinde tüketen bir mücadeleye değil, geleceği her tür tasarımdan arındıracak bir iradeye ihtiyacımız var.