Kontrollü darbe girişimi ne demek?
“Toplumsal enerjimizi her şeyi iç siyasete indirgeyen ve çevremizde olup bitene körlük oluşturan tartışmalarla tüketmemeliyiz. Ortak geleceğimiz için hepimize ödev düşüyor.” Bir önceki yazımı böyle bitirmişim. Uzun süredir, özellikle de 15 Temmuz’dan sonra yapıcı bir dil kullanmaya özen gösteriyorum. Bölgesel sorunlar konusunda ilgili ülkelerin yönetimlerine, iç siyaset konusunda ayrım gözetmeden bütün partilere gerçekçilik, akılcılık ve ciddiyet çağrısında bulunmaya gayret ediyorum.
Birlik duygusu ve toplumsal dayanışma gerektiren meselelerde yapıcı muhalefet anlayışının değerini vurgulamaya çalışıyorum. Zor bir dönemdeyiz. Meselenin ad ya da parti meselesi olmaktan çıktığı bu dönemde, örnekse MHP çok ciddi bir milli sorumluluk anlayışı sergiliyor. Kimsenin muhalefetten teslimiyetçi bir çizgiye gelmesi talebi yok. Muhalefet kendi anlayışının gereğini yapacak, ama zor zamanda yükü paylaşmayı, fedakarlık göstermeyi de becerecek. Vatan sevgisi ve devlet ciddiyeti böyle zamanda belli olur diye düşünüyorum.
***
Olası bir halkoylaması için ısrarla “cepheleşme” ve “kutuplaştırıcı dil kullanma” anlayışını benimseyen CHP’yi daha önce de eleştirdim. İçinde bulunduğumuz şartlarda bunun yanlış bir stratejik tercih olduğunu belirttim. Kendileri bilirler elbet, ama son dönemde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu öyle tanımlar kullanmaya başladı ki ipin ucu kaçıyor gibi görünüyor.
Anayasa değişikliği için evet oyu verecek milletvekillerini “vatana ihanet” içinde olmakla suçladı sözgelimi. Bu, olası halkoylamasında evet oyu verecek milyonlarca seçmeni de kapsayan bir suçlama. Kılıçdaroğlu’nun “vatana ihanet” kavramını, üzerinde düşünülmemiş bir şekilde, fütursuzca kullandığını düşünmeyi yeğlerim. Çünkü bu kavram, üzerinde düşünülüp de kullanılmışsa çok vahimdir. Kutuplaştırmanın dik alasıdır. Başkalarını kutuplaştırma rekortmeni ilan eden pek çok muhalif kesim, umarım buradaki yanlışa alkış tutma gafletine düşmemiştir.
Gelelim daha tuhafına: Pazar günü “kontrollü darbe girişimi”nden söz etti Kılıçdaroğlu, konuşmasında “Bir daha söyleyeyim” diyerek bu tanımın altını çizmeyi de ihmal etmedi. Bir süredir kimi muhalif yorumcuların, bazı CHP milletvekillerinin ve şimdi de Kılıçdaroğlu’nun kullandığı bu imalı dil can sıkıcı olmaya başladı. İma etmeden, mertçe söyleyin: Ne diyorsunuz, “Biliyorlardı, göz yumdular” mı diyorsunuz?
***
Eğer böyle diyorsanız, bu akıldışı ima 15 Temmuz şehitlerine, gazilerine, o gece sokağa inen milyonlarca vatandaşımıza saygısızlıktır. Bu yukarıdan bakış, bu özensizlik vicdanımızı fena halde yaralar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en yakın çalışma arkadaşlarından Erol Olçok da o gece oğluyla birlikte şehit düştü. Yakın dostum Erol’la yağız oğlu Abdullah’ın acısı yüreğimde ilk günkü kadar taze. Şehadetleriyle avunuyor, yarama tuz basmaya çalışıyorum. 15 Temmuz’da, terörle mücadelede, hain saldırılarda verdiğimiz şehitler ayrı ayrı yüreğimi yakıyor. Beşiktaş’ta da gönlüm yangın yeri, Kayseri’de, Ortaköy’de, İzmir’de de.
Yine de kişisel acımı ve öfkemi bir yana koymaya, kırıcı ve yıkıcı bir üslup kullanmamaya bir kat daha özen gösteriyorum. Aynı özeni, başta CHP Genel Başkanı olmak üzere muhalif adlardan da beklerim. Acılarımızı ayrıştıracak bir dil kullanmak toplumsal enerjimizi boşa harcamak değil mi? Görelim artık: Acımız da ortak, vatanımız da ortak, geleceğimiz de. Aynılaşmak zorunda değiliz, asla. Siyasi mücadelemizi dibine kadar verelim. Mertçe, dürüstçe, arı duru bir dille.
Siyaset mücadeledir. Demokrasinin güzelliği buradadır. Darbeleri, siyasete dışardan müdahaleleri, toplum mühendisliği saçmalıklarını aşarak özgür irademizle sandıkta birleştiğimiz yerdir. İmalı bir dilin, hele de söz konusu olan hain bir darbe girişimi ise, bu mücadelede yeri yoktur. Maruzatım budur.