HDP’nin vardığı yer
HDP’ye ilişkin düşüncelerimi defalarca yazdım. Bunlara ekleyecek yeni bir sözüm yok. Bu nedenle, eski yazılarımı gözden geçirdim ve en önemsediğim başlıkları bir araya topladım. Aşağıda bunlar yer alıyor. Yazının sonunda da güncel duruma değineceğim.
15 Mart: Terör örgütü silahtan, Kürt sorunu şiddetten arındırılmadıkça sağlıklı bir çözüm imkânsız. Sadece ve sadece meşru siyasi mücadelenin söz konusu olduğu gün ise, her türlü görüş özgürce temsil edilir. Bu demokratik ideal gerçekleşirse, terör örgütü PKK’nın homojenlik dayatması ortadan kalkar. Kürt aydınları üzerindeki baskı ortadan kalkar. Kürt vatandaşlarımız farklı yaklaşımlar için farklı siyasi temsil imkânlarına kavuşur. Demokratik düzen içinde mücadelesini verir, hangi yaklaşımın galip geleceğinin kararı da millette olur. Çözüm artık geçmişteki denkleme, PKK’nın dayatmaya çalıştığı eğreti dehşet dengesine dayanamaz. Yeni bir muhataplık modeli şart. Kürtlerin siyasi iradesini özgürleştiren ve çoğulculaştıran bir temsiliyet şart. Ütopya dediğin böyle olur. Kantonla, özyönetimle değil, hakiki demokratik temsille olur.
5 Nisan: HDP gerçekten siyasi bir parti olmayı başarsaydı, neler yapabilirdi? Hükümeti AB süreci konusunda daha ileriye gitmeye zorlayabilir, doğruların artmasını sağlayabilirdi. Sivil ve özgürlükçü bir anayasa yapımına demokratik bir katkıda bulunabilirdi. Başkanlık sistemi tartışmalarına Kürt sorunu bağlamında kendi yapıcı önerilerini getirebilirdi. Yeni demokratik reformlar için güçlü bir destek verebilir, yerel yönetimler reformunda öncü rol oynayabilirdi. Gezi ve 17-25 Aralık’ın etkilerinin silinmesinde, toplumsal uzlaşma ve yakınlaşmanın temininde Ak Parti’nin partneri olabilirdi. En önemlisi de Türkiyelilik iddiasını koruyabilir; Paralel Yapı’ya, Rusya’nın, ABD’nin, İran’ın çıkarlarına hizmet eden bir duruşa savrulmayabilirdi.
14 Haziran: Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” lafından ibaret grup konuşmasının tarihi 17 Mart 2015’ti. 7 Haziran sonrası doğacak belirsizliğin pazarlık çıtasını yükselteceğini, karşılarındaki siyasi iradenin zayıflayacağını, şiddet tehdidini “devrimci halk savaşı” adı altında kendi lehine kullanabileceğini öngörmüştü terör örgütü ve uzantıları besbelli. Erdoğan ve Ak Parti karşıtlığını yükseltmek önemliydi: Her şey Erdoğan’a ve Ak Parti’ye rağmen kazanılmış olacaktı böylece. Zafer tescillenecekti. Siyasi akıldan gittikçe uzaklaşan bu tutum HDP’yi de siyaset üretmez, üretemez hale getirdi. HDP bu tutumu gönüllü olarak benimsedi.
Suriye konjonktürü, uluslararası aktörlerin sağladığı destek, yükselen Kürt milliyetçiliği ve bunun tetikledikleri. Bunlar üzerine çokça yazdım. Yukarıdaki fotoğraf yalınkat bir açıklama değil bu yüzden. Ama HDP’nin konumunu netleştiren bir fotoğraf. HDP’nin içindeki demokrat unsurlar artık bir yol ayrımına gelindiğini görmeli ve yapabiliyorsa kendini HDP’den ayrıştırmalı. HDP keskin ve yapıcı bir tutum değişikliğine gitmedikçe siyasi mevtadır, siyaset üretme imkanından yoksundur.
Bugün 8 Kasım... HDP’nin siyaset üretme imkanından yoksun olduğu yönündeki düşüncem değişmedi. Mayıs ayında diğer üç partinin işbirliğiyle dokunulmazlıklara ilişkin bir düzenleme getirildi. Hukuki süreç başladı. Diğer partilerin vekilleri mahkemeye gidip ifade verdiler. HDP hukuki olana karşı gayrimeşru ve meclis iradesine aykırı bir tutum takındı. 15 Temmuz darbe girişiminin oluşturduğu yeni toplumsal atmosfere rağmen bu tutumunu değiştirmedi. Çağırdığı şey bugünkü tabloydu esasen. Hukuku hiçe sayarak bir kez daha meşru siyaset alanının dışına çıktı. HDP’nin, Meclis’i boykot dahil, yaşadığı siyasi tıkanmışlık yukarıda sözünü ettiğim yol ayrımını gerekli kılıyor. Kitle partilerinin temel özelliği, içinde farklı bakış açılarının temsiline imkan vermesidir. Terör örgütünün dayattığı homojenliğin siyaseti yok sayması kaçınılmazdı. Sorunun şiddetten arındırılmasını umudunu yok sayması gibi. Çok yazık.