Biraz olsun birbirimize kulak kesilsek
15 Temmuz’daki direnişin bir vatan savunması olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Üstesinden geldiğimiz şeyin bir işgal girişimi olduğunu unutmamalıyız. FETÖ zihniyetinin, kullandığı ve sömürdüğü her türden dini bağlam içinde, bu topraklara yabancı bir düşünüşün yansıması, kurgusu olduğunu birbirimize hiç durmadan hatırlatmalıyız.
On yıllar boyunca pek çok kişiye “yerli, buralı, bize yakın” gibi görünen yönlerinin ta başından beri öyle olmadığını artık anlamış olmalı o pek çok kişi. İçrek söylem ve örgütlenmelerinin yapay, zorlama, robotik bir yan taşıdığını, hücre örgütlenmesiyle taçlanan tanıma gelmez bir hiyerarşi ve buyuruculuk barındırdığını görmüş olmalı.
Çift taraflı bir kavrayıştan, uyanıştan söz etmeye çalışıyorum. Taraflardan birinde muhafazakar, mütedeyyin, dindar, artık her ne ad uygun bulunuyorsa, bir kesim var. Bu kesimin büyük çoğunluğu, FETÖ son 3-4 yıldır bu topraklara yabancı ve tehlikeli yüzünü gösterene kadar belli bir yanılsamayı sürdürdü. İtikat açısından baktığımızda bir zaaf var ortada. FETÖ’nün dışarlıklı bakışının nasıl olup bu kadar yakın sanıldığını sorguluyoruz. Sorgulamayı daha da keskin biçimde sürdürmeliyiz.
Şunu da hiç unutmamalıyız: Esasen Mavi Marmara’yla başlayan, ama gözle görülür netliğe 17-25 Aralık darbe girişimiyle varan yıkıcı sürece karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan ve aralarında şehidimiz Erol Olçok’un da bulunduğu bir avuç dava arkadaşı çok kararlı bir mücadele sürdürdüler. Pek çok nedenle gereken hıza kavuşamayan, ama toplumun geniş kesimlerine ciddi bir duyarlık aşılayan bu mücadelenin meyvelerini 15 Temmuz’da topladık. O gece bir kez daha milletin feraseti ve basireti kazandı. Şimdi her kim bugüne kadar siyaset içre ne mücadele vermişse, artık bunun kat be katını vermek zorundadır. At iziyle iti izi ancak böyle ayırt edilir.
Gelelim işin diğer tarafına. Kendilerine seküler, modern, ilerici, artık her ne adı uygun buluyorlarsa, diyen kesimin zaafına. Bu kesimin nice on yıllardır İslam’la sorunlu bir ilişkisi, daha doğrusu ilişkisizliği var. Kendi konumlarından o kadar eminler ki İslam’ı kavramak yönünde en küçük bir çabaları yok. Bir ara diyalog işine sıvandılar, amenna, belki üç beş İslamcı makaleye göz attılar. Ama geldikleri yer dokunaklıdır. Çoğu, 1980’li yılların diyalog sevdalısı Murat Belge’nin (şimdi anlıyorum ki onun müktesebatı da üç beş makaleden ibaretmiş) son yıllarda içinden fırlayıveren Kemalist çocuktan halliceymiş. Murat Belge sadece bir örnek, alınmasın, muadili çok.
Bu kesimin İslam’a ilişkin peşinen varılmış yargıları var. Ülkedeki Müslüman çoğunluğu homojen saymak gibi çok kötü bir hastalığı var. Tümden tarihdışılaştırdıkları, o yüzden de bugünle bağını bir türlü kavrayamadıkları bu kesime toptancı bir bakışı var. Ak Parti’yle FETÖ’yü hiç ayrımsız “bir fidanın güller açmış iki dalı” sayma kolaycılığı var. “Dün kol kolaydınız, bugün ne oldu?” sorusuna indirgenen bu kaba bakış, aynı kabalığı FETÖ’nün ürettiği kara propaganda malzemesini yıllardır sorgusuz sualsiz kullanmakta da sürdürdü ve bunda bir beis görmedi. Ciddi bir sorun bu. Ne kadar düşünseler yeridir.
Mütedeyyin kesimin bu topraktan olmayanı “kendine yakın sayma” yanılgısı ne kadar can alıcıysa, seküler kesimin bu ayrımsız aynılaştırma ve hesabı toptan görme çabası da o kadar can alıcıdır. Her ikisini, hep birlikte ve biraz olsun birbirimize kulak kesilerek sorgulama zamanıdır.
Bilelim ki Türkiye’ye dışardan bir bakışın arkaladığı, desteklediği, dünya ölçeğinde büyümesine yardım ettiği FETÖ zihniyeti, o dışardan bakışın İslam’a biçtiği rolü de hakkıyla yerine getirmeye çalıştı elbet. İçine her tür istihbarat unsuru sızan, fabrikasyon bir kavrayışı her iki kesime de ekmeye çalışan bu mutant organizma bayağı da yol kat etti. 15 Temmuz’da buna dur dedik. Demeyi de sürdürmeliyiz. Biraz olsun birbirimize kulak vererek. Bizi bir kılana yaklaşıp bizi ayrı düşürene yüz vermeyerek. Çünkü zurnanın zırt dediği yer burası.