Başkanlık sistemini ne zamandır tartışıyoruz?
Başkanlık sistemi sorusu hangi tarihten beri Türkiye’nin sorunudur? Bence 1961 Anayasası’ndan beri. Yanlış anlaşılmasın, daha o günden tartışılmaya başladı demiyorum. 1961 Anayasası’nın çizdiği rejim sınırları içinde adamakıllı bir parlamenter sistem mi, yoksa başkanlık sistemi mi sorusunun tohumu gizlidir diyorum.
Ne demeye çalışıyorum, açalım. Atatürk ve İnönü partili cumhurbaşkanıydı. Sonra çok partili hayata, demokrasiye geçtik. 1950-60 arası Celal Bayar da partili cumhurbaşkanıydı. Tanımlanmış bir durumdu bu. İster tek parti döneminde olsun, ister çok partili dönemde, çok mu iyi işledi sistem?
Hayır. Atatürk’le İnönü arasındaki ayrışma malum. Tam da bu nedenle Atatürk döneminin sonlarında Celal Bayar Başbakan oldu. Sonra Milli Şef dönemi. Dünya Savaşı şartlarının dayattığı katı bir düzen. Ardından DP. Her ikisi de DP’li idi, ama Bayar ile Menderes arasında uyum sorunu eksik olmadı.
İktidarın en baştan en aşağıya partili kimliğiyle tanımlandığı 1923-60 döneminin kaba özeti bu. Sonra 1960 cuntası geldi. Sonra da 1961 Anayasası’nın düzeni. Sembolik düzeye indirgenmiş bir cumhurbaşkanlığı. Ama albaylar cuntasının sözde lideri Cemal Gürsel’le başlatılıp asker kökenli senatörlerle sürdürülen bir düzen. Sistemin sınırlarını özenle çizen bir sembolizm.
***
Bir yanda da çift parlamentolu sistem. Yasama yetkisi Meclis’te, ama onun başına heyula gibi dikilen bir bekçi kulesi: Senato. Milli Birlik Komitesi üyeleri ölene kadar tabii senatör. Üyelerinin bir kısmı cumhurbaşkanı tarafından atanan ve kalanı kısmi seçimle yenilenen bir senato. 12 Eylül’e giden yolda CHP’nin adayı Muhsin Batur. Geleneğe devam. Tek cılız sivil çıkış Çağlayangil, AP’nin adayı. Nafile turlar.
Sadede gelelim: Partili cumhurbaşkanını geride bırakan vesayet düzeni kendi sigorta mekanizması içinde bu makamı tanıma gelmez hale düşürmüş, partili cumhurbaşkanı tarih olmuş, ama sistem bütünlüğü içindeki işlevi açıkta kalmış. İki darbe üreten bu sistem bize yıllarca iyi işleyen parlamenter sistem diye yutturulmuş.
Sonra 12 Eylül. Emir komuta zinciri içinde bir darbe. 1982 Anayasası. 1960 cuntasından daha tedbirli davranmış. Başta cumhurbaşkanının yetkileri olmak üzere, dört yanı sistem sigortalarıyla donatmış. Olur a, parlamenter sistemde istenmeyen bir tablo doğdu. Onu frenleyecek, yerleşik düzenin sınırlarına çekecek bir cumhurbaşkanı var artık. Yetkisi çok, ama sorumsuz. İlk örnek Kenan Evren. Devamı da gelecekmiş.
***
Sonra bir Özal çıkmış. Meşru ve sivil siyaset alanı lehine cumhurbaşkanlığı makamını siyasallaştırmış. Çankaya’daki Özal’a mırın kırın eden Demirel, onun yokluğu sonrasında aynı alana dümen kırmış. Cumhurbaşkanlığı makamı, beğenin beğenmeyin, Özal ve Demirel’le partili cumhurbaşkanı döneminin fabrika ayarlarına dönmüş. Başka bir deyişle de meşru siyaset alanının gereklerine. Keşke Demirel araya 28 Şubat’ın günahını karıştırıp yerleşik düzenle işbirliği yapmasaymış.
Gelelim bu kısa tarihçenin özüne: Cumhurbaşkanlığı makamının siyasi işlevi fena halde tartışmalıdır o pek övülen parlamenter sistemde. 1961 de 1982 de fena halde melez sistemlerdir. Tanımları vesayetle tescillidir. Gün gelmiş, 2007’de yerleşik düzen 367 icadını çıkarmış. Çok övülen parlamenter sistem kilitlenmiş. Millete sorulmuş, cumhurbaşkanını kendin seçmek ister misin diye. Millet %69’la evet demiş. Esasen “partili cumhurbaşkanı” millet tarafından restore edilmiş.
Şimdi soru şu imiş: 2014’te millet Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kendi oyuyla seçti. Artık yeri geldi, sistemin ne olacağına da millet karar versin mi? El cevap: Zinhar olmaz, millet bu meseleyi yeterince tartıştı mı ki? Şunun şuracığında 12 Eylül darbe anayasasının üzerinden sadece 34 yıl geçti. Sanırsın ki biz 61 Anayasası’nı da 82 Anayasası’nı da yapım sürecinde en üst düzey toplumsal katılımla, yıllar yılı uzun uzadıya tartışmış idik. Yeni yönetsel sistemin yeri midir? Evet, tam yeridir. Bugün 93 yılı geride bırakan, asırlık çınara dönüşmekte olan Cumhuriyetimize bu yakışır.