Asıl dikta nerede?
Yenikapı ruhu nedir, ne değildir, tartışan çok. Tartışılmasına bir itirazım da yok. Benim gözümde Yenikapı ruhu demokrasinin korunması iradesidir. Toplumun her katmanından insanın katıldığı, FETÖ ve diğer terör örgütlerine geçit verilmemesi ve mevcut sorun alanlarından şiddetin tamamen arındırılması çağrısıdır. Siyasi araştırmalar da gösteriyor, bu iki alandaki mücadeleye toplumun en az dörtte üçü destek veriyor.
Meseleyi sadece Ak Parti ve MHP tabanlarının dayanışmasından ibaret saymak da yanlış olur. Diğer partilerin tabanlarının da bir bölümü ve irili ufaklı pek çok toplumsal kesim bu dayanışmada duygudaş. Gerekçeler ve kaygılar farklı olabilir, ama toplumun büyük kısmı için hedef aynı.
Benim de 15 Temmuz’dan beri büyük bir fırsat alanı olarak tanımlamaya çalıştığım şey bu. Demokrasimiz, vatanımız, geleceğimiz büyük bir belaya maruz kaldı. Ortak geleceğimizi hep birlikte kurtardık. Önümüzdeki tehditleri acil ve kararlı bir mücadeleyle en aza indirip demokrasi alanını genişletme şansını yakaladık. Ve bunu başarmak için, katılaşmış ve bizi birbirimize sağırlaştırmış önyargıları geride bırakma imkanına kavuştuk. Ah, bunun değerini bir anlayabilsek!
15 Temmuz hain darbe girişimi başarıya ulaşsaydı, 16 Temmuz günü hepimizin hayatı kararacaktı. Şu ya da bu siyasi tercihi yapanların değil. Gelgelelim, FETÖ zihniyetinin karanlığını hala anlayamayanlar var aramızda. 15 Temmuz sıradan bir olaymış da çoktan geride bırakılmış gibi davrananlar. 14 Temmuz’daki fabrika ayarlarına hızla dönmeyi ve mevcut gündemi bunun üzerinden okumayı başaranlar.
Bu tercihin dramatik bir siyasi konumlanma olduğunu söylemek zorundayım. Bu tercihin siyaseti ve toplumu okumakta büyük güçlükler oluşturduğunu söylemek zorundayım. Bu tercihi yapanlar kimi siyasi partilerde karar verici pozisyonları işgal ettikleri için, o partileri de tümden felç eden, toplumsal tabanlarının azımsanmayacak bir bölümünün talep ve özlemleriyle tam olarak örtüşmeyen tutumlar üretiyor ne yazık ki. Açık konuşalım, parti tabanının sadece bir bölümünü temsil eden bir “azınlık diktası” bu esasen.
Sonra da dönüyor, kaç yıldır yaptıklarınca, diktayı kendi tabanlarıyla bütünleşmiş partilerde arıyorlar. Bu bütünleşmişliği, talep ve özlem örtüşmesini bir dikta hali olarak sunmaya çalışıyorlar. Bu toplumun 1946’da filizlenip on yıllar boyunca büyüyen demokrasi bağlılığını, her darbe sonrası sandıktan çıkardığı çözümü, daha iyiye olan özlemini tam olarak okuyabilseler sorunlar en aza inecek, bir arada ve farklı bakış açılarından tartışılabilir olacak. Bir arada yaşama irademiz, ortak geleceğimiz perçinlenecek.
HDP Kandil diktasına ayarlı söz alma, söylem üretme biçimiyle inandırıcılığını her geçen gün biraz daha yitirdi. Türkiyelilik iddiasıyla yola çıkan HDP, başta çözüm süreci olmak üzere pek çok fırsatın kaçırılmasında büyük pay sahibi oldu. “Seni Başkan yaptırmayacağız” akıldışılığıyla çözüm sürecindeki tek makul muhatabını dışladı. Kobani üzerinden Kürt milliyetçiliğini körükleyerek meseleyi yanlış bir yöne sürükledi. Çözüm sürecinde bölgenin ulaştığı ekonomik atılımı, huzur atmosferini, iyimser havayı okumayı başaramadı. Kandil’in bu ortamı sömürmesine seyirci kaldı. Çok üzülüyorum, çok.
CHP 17-25 Aralık darbe girişimine gereken tepkiyi veremedi. Erdoğan’dan ve Ak Parti’den siyaset dışı yollardan kurtulmanın kolaycılığına saptı. Marjinal muhalefetin büyüsüne kapıldı. Toplumun geniş kesimleriyle bağ kurma fırsatını tümden kaçırdı. 15 Temmuz CHP yönetimine bir fırsat sunmuştu, ama onu da kullanmamakta kararlı görünüyorlar son dönemdeki söylemleriyle.
Her iki örnek de bir azınlık diktasına işaret ediyor. Dikta söylemine yaslandıkları her yerde millete tosluyor, millet iradesine seslenmeye çalıştıkları her yerde kendi azınlık diktalarının sözcülüğünü yapıyorlar maalesef. Umarım yeni anayasa tartışmaları da bu azınlık diktalarının yıkıcı tutumuna kurban gitmez. Gitmemelidir.