Kiliseler yakılırken neredeydim?
Bir KARAR okuru soruyor: Sinagoglar bombalanırken, kiliseler yakılırken neredeydin?
Tabii ki mazlum Yahudilerin ve Hıristiyanların yanındaydım.
İstanbul’da iki havraya bombalı saldırı düzenlendiğinde (2003), Filistin’in bazı şehirlerinde kiliseler kundaklandığında (2006), Mısır’ın İskenderiye şehrinde bir kilisenin önünde yeni yılı kutlayan Hıristiyanlar katliama uğradığında (2011), bu terörün gayrimüslimlere ve onların dinlerine zulüm olmakla kalmayıp İslam medeniyetine de zulüm olduğuna dair yazdığım yazılar arşivlerde mevcuttur.
Sözde mücahitlerin Kenya ve Tanzanya’daki kanlı saldırılarına (1998), Moro’da Avrupalı turistlerin güya İslam adına kaçırılmasına (2000), New York’ta binlerce masum sivilin çarpık bir cihad anlayışıyla katledilmesine (2001), Londra’da metro ve belediye otobüslerinin aynı anlayışla kana bulanmasına (2005), Moskova metrosunda yine o anlayışla bomba patlatılıp masum sivillerin canına kıyılmasına (2010), genel olarak “El Kaide” ve türevlerinin -“IŞİD”in, “Şebab”ın, “Boko Haram”ın- mezalimine Müslümanlık namına isyanımı ifade eden yazılarım da arşivlerde mevcuttur.
Bu yazılardan bazılarını 2013’te BÖYLE CİHAD OLMAZ – EL KAİDE VE TÜREVLERİNE REDDİYE serlevhalı bir kitapta topladım (Öncü Yayınevi); isteyen arayıp bulabilir.
O zamandan beri yazdığım benzeri yazılara ulaşmak da -internette- mümkün.
Müslümanların hukukunu gözettiğim gibi Müslüman olmayanların hukukunu da gözetiyorum, öteden beri.
Bunu gönülden yapıyorum; ama içimden gelmeseydi bile mecburen yapardım, çünkü bir topluluğa -diyelim ki Bosna’da on binlerce Müslüman’ı katleden Sırp faşistlerine yahut Filistin’in canına okuyan Siyonist işgalcilere- duydukları kinin Müslümanları adaletten saptırmaması gerektiğine dair ayet ortada. (Maide 8)
Müslüman olmayanların mabetlerini tıpkı kendi mabetlerimiz gibi dokunulmaz saymamızı gerektiren “Eğer Allah insanların bir kısmını bir kısmı ile defetmeseydi manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın adı çokça anılan mescitler elbette yıkılırdı” mealindeki ilahî kelam da ortada. (Hac 40)
Peygamber Efendimizin (s.a.v.) riyasetinde hazırlanan Medine Vesikasındaki -müslim ile gayrimüslimin eşit vatandaşlığına ve inanç hürriyetine işaret eden- “Benû Avf Yahudileri Müminlerle bir ümmet (halk) teşkil eder. Yahudilerin dinleri kendilerine, Müminlerin dinleri kendilerinedir” maddesi de ortada.
İlk Kudüs fatihi Hazret-i Ömer’in (r.a.) Hıristiyanlara verdiği ‘Canlarına, mallarına, mabetlerine dokunulmayacak; kiliseler Müslümanlarca kullanılmayacak ve yıkılmayacak; kiliselere ait arsalardan, haçlardan, mallardan hiçbir şey eksiltilmeyecek; Hıristiyanlara din değiştirmeleri için baskı yapılmayacak’ şeklindeki emanname de ortada.
Asya, Afrika ve Avrupa’da fethedilen topraklarda gayrimüslimlere muamelenin -kaideyi bozmayan bazı istisnalar hariç- bu yönde olduğu da ortada.
Fetih deyince; savaşta haddi aşmayı yasaklayan ilahi buyruklar ve gayri muharip (sivil) kimselerin öldürülemeyeceğini sarih bir şekilde ortaya koyan Sünnet-i Nebevî de ortada.
Hülasa; kâfir diye masum sivilleri öldüren, kiliseleri ve havraları da hedef alan bedhahlar istedikleri kadar “İslam, İslam” desinler, onlar aslında İslam medeniyeti ile (de) savaşıyorlar.
Dün böyle düşünüyordum, bugün de böyle düşünüyorum vesselam.
***
Kâbus bitmek bilmiyor: “IŞİD”, Christchurch saldırılarına misilleme olarak İstanbul’da havra ve kiliselere saldırmayı planlıyormuş… Allah korusun.
Tekrar: Böyle cihad olmaz!
Ne diyordu Aliya İzzetbegoviç, Bosna savaşının orta yerinde?
“Görüyorsunuz, Allah bizi zor bir imtihandan geçiriyor. İnsanlarımız boğazlanıyor, kadınlarımız ve çocuklarımız öldürülüyor, camilerimiz yıkılıyor ve biz ne onların kadınlarını ve çocuklarını öldürmek ne de kiliselerini yıkmak istiyoruz. Bunu yapmak istemiyoruz, çünkü, bazı istisnalar olsa da, bu bizim tarzımız değil… Aslında herhangi bir kutsal nesneyi tahrip etmemiz bizlere sarih bir şekilde yasaklanmıştır. Sırbistan’a dört asır boyunca Türkler hükmetmiş olmasına rağmen, bu yasak sayesinde Deçani, Graçanitsa ve Sopoçani manastırları yerlerinde duruyor. Türkler bunları tahrip etmedi, çünkü inandığımız kitap böyle bir tahribatı reddediyor… Ve buna saygı gösterdiğimizde, kiliselere ve diğer dinlere saygımızı ifade ettiğimizde, yalnızca Avrupa demokrasisinin en iyi geleneğine uygun davranmış olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda bu suçu yasaklayan kendi kutsal kitabımıza da harfiyen uymuş oluyoruz… Bazen askerlerimizle bazı problemler yaşıyorum. Soruyorlar: ‘Neden intikam için bir şeyler yapmıyoruz?’ Onlara ‘Kurallara uyun ve işleri kendi mecralarına bırakın’ diyorum. Biz, çalışması ve mücadele etmesi gerektiğine, fakat olaylara hükmedemeyeceğine inanan bir topluluğa mensubuz. İnsanlar tarihe hükmedemezler. Tarihe Allah hükmeder ve O ne derse o olur.”
Budur.