İran cephesinde yeni bir şey yok
İran’da 12 Haziran 2009’daki cumhurbaşkanlığı seçimini Mahmud Ahmedinejad’ın kazandığı ilan edilince, reformcu cumhurbaşkanı adayları Mir Hüseyin Musavi (Eski Başbakan) ve Mehdi Kerrubi (Eski Meclis Başkanı), seçime hile karıştırıldığını iddia etti.
Bunun üzerine protesto gösterileri başladı.
Rejimin baskıcı uygulamalarını kaldırarak veya en azından yumuşatarak anayasa çerçevesinde özgürlük alanını genişletmeyi vaat eden Musavi, Kerrubi ve eski -reformcu- cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin posterlerini taşıyan göstericiler, rejim güçlerinin şiddetli müdahalesine maruz kaldı.
Gösteriler kana bulandı, birçok kişi öldü.
Ve gözaltılar, tutuklamalar, işkenceler…
O günlerde “Bütün reformculara ‘zıdd-ı inkılabi’ nazarıyla bakan gönüllü devrim fedailerini Ahmedinejad muhaliflerinin üstüne salarsak çatışmayı derinleştiren İran devleti”ni eleştirirken, “Nümayişlerde Şah’ın veya onun oğlunun değil Mir Hüseyin Musavi ve Muhammed Hatemi’nin posterleri taşınıyor fakat bu kanlı tahriklerin önü alınmazsa bir gün muhaliflerin ellerinde sistem dışı posterler de görebiliriz” demiştim. (Yeni Şafak, 20 Haziran 2009)
Ne yazık ki İran devlet, sistem içi çözüm arayışlarının kıymetini bilmedi.
“Yeşil Hareket” diye anılan protestolar bastırıldı ama kitlelerin yüreklerindeki isyan bastırılmak şöyle dursun iyice kuvvetlendi ve yeniden -bu sefer anayasa çerçevesindeki reform taleplerini aşarak- kuvveden fiile geçmek için gününü beklemeye başladı.
2011’de, herhalde “Arap Baharı”nın “Yeşil Hareket”i canlandırabileceği endişesiyle, Musavi ve Kerrubi ev hapsine alındı.
Yıllar geçti.
2012, 2013, 2014, 2015, 2016, 2017 ve…
Devlet ‘Asayiş bu sene de berkemal’ diye sevinirken 2017’nin son günlerinde (28 Aralık itibarıyla) yeni bir protesto dalgası yükseldi.
Musavi ve Kerrubi’nin temsil ettiği reform taleplerinin ötesinde, doğrudan doğruya rejimi hedef alan karşı devrimci bir tavır da söz konusuydu artık.
1 Ocak 2018 tarihli Karar’daki yorumum:
İran’da hayat pahalılığı ve işsizliği protesto olarak başlayan nümayişler yer yer rejim aleyhtarı bir hüviyete büründü.
Sosyal medyada paylaşılan bazı nümayiş videolarında, rejimin başı olan Ali Hamaney’in posterlerinin “Hamaney’e ölüm!” sloganları eşliğine yakıldığını görüyoruz. Resmî ideolojiye / teolojiye göre Hamaney, sadece “İslam İnkılabı Rehberi” değil, bunun ötesinde “Veli-yi Fakih” yani “İmam Mehdi’nin Naibi” olduğuna göre, rejimin ‘kutsal’ına isyan söz konusu.
Yükselen sloganlar arasında Şah Rıza Pehlevi’ye hasret sloganları ve ‘İslam Cumhuriyeti istemiyoruz’ sloganı da varmış. Buna şaşıranlar olabilir. Ben şaşırmıyorum. İran’ın çarşısını pazarını çok gezdim, mollaları yerin dibine batıran İranlılara çok rastladım, “Şah zamanı çok iyiydi” diyen İranlı da gördüm…
Emperyalistler illa ki işin bir tarafından tutacaklar ama meselenin kaynağında emperyalistlerin fitneleri değil İran yönetiminin -bu fitnelere çanak da tutan- hataları yatıyor.
Meselenin kaynağına inmek için, İranlı âlim Hüseyin Ali Muntazeri’nin 2007’de bir Japon gazetesine (Mainchi) verdiği beyanata bakalım:
“Ayetullah Humeyni şiarları yükseltti, bizler de onunla beraberdik. Bu şiarlar vasıtasıyla insanlar meydana çıktı ve devrim kazandı. Şiarlarımız, ‘Bağımsızlık, Özgürlük ve İslam Cumhuriyeti’ idi. Bağımsızlık bir aşamaya kadar gerçekleşti. Ancak özgürlük ve İslam Cumhuriyeti’ne gelince hâlâ önümüzde uzun bir yol var... Anayasadaki meşru ve açık özgürlükler kolayca ezilmektedir…”
Mesele, İslam’a dayandığını iddia eden yöneticilerin ceberrutluğundan kaynaklanıyor. Bu ceberrutluk, halkın büyük bir kısmını devlete, küçük olduğunu umduğum bir kısmını ise devletin yanı sıra İslam’a da muhalif olmaya sevk ediyor.
2009’daki protestolar gibi şimdiki protestolar da bastırılabilir. Ama İran için için kaynamaya devam eder. Bugün değilse yarın öyle bir patlayabilir ki, anlı şanlı rejim muhafızlarının alayı da o patlamada duman olup gidebilir. Korku duvarını bir kere aştı mı, ölümlere bir kere alıştı mı, İran halkını durdurabilene aşk olsun! Şah Rıza, 1979’daki devrimi durdurmak için şiddetin dibini bulmuştu da ne fayda? “İslam Cumhuriyeti”nin şiddeti niye Şah’ın şiddetinden daha caydırıcı olsun ki?
Nitekim Aralık 2017-Ocak 2018’deki protestolar da kana bulandığı halde muhalifler yılmadı ve Ağustos 2018’de yeniden sokaklara döküldü.
Ve Kasım 2019’daki o büyük protesto dalgası…
Benzine yapılan fahiş zammın tetiklediği ve “Yeşil Hareket” protestolarının çapını bile gölgede bırakan (100 civarında şehir ve kasabaya yayılan) nümayişlerde karşı devrimci eğilimler eskisinden daha güçlü bir şekilde ifade edildi, Hamaney’in yanı sıra rejimin kurucu lideri Humeyni’nin de posterleri yakıldı.
Devletin müdahalesi de her zamankinden daha şiddetli oldu ve Uluslararası AF Örgütü’ne göre 304 gösterici öldürüldü.
Ama konu kapanmadı.
***
Sene 2022.
Mahsa Amini.
Yine isyan.
Ve İran devleti ciddi ıslahat işaretleri vererek tansiyonu düşürmeye çalışmak yerine her zamanki gibi yangının üstüne körükle gidiyor; en derin siyasi ve sosyal meselelerin üstesinden şiddet marifetiyle gelebileceğini zannediyor hâlâ.
Musavi ve Kerrubi’yi ev hapsinde tutmayı marifet bellemeye de devam ediyor.