Bunu serinkanlılıkla tartışamayacak mıyız?
Diyelim ki bir Alman’la ülkelerimiz hakkında sohbet ediyoruz.
Alman “Biz Almanlar” deyip geçerken ben “Biz Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler, Boşnaklar, Arnavutlar, Romanlar, Pomaklar vs, vs, vs…” diye saymakla uğraşamam, ben de “Biz Türkler” deyip geçerim.
(Zaten Almanlar ve diğer Avrupalılar da Haçlılara en yaman direnişi gösteren Selçuklulara istinaden Anadolu ve ötesindeki berisindeki Müslüman halkların cümlesine asırlar boyunca Türkler deyip geçmişler. Biz de onlara -Avrupa’nın neresinden ve hangi ırktan olduklarına bakmaksızın- külliyen Frenkler deyip geçmişiz.)
Hem anne hem baba tarafından Adige / Çerkes olmakla beraber, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında bütün vatandaşların Türk diye anılmasını da kendi adıma dert etmem.
Federal Almanya Cumhuriyeti vatandaşı bir Leh veya Çek’in -hatta bir Türk veya Kürt’ün- kimlik kartının uyruk bölümünde DEUTSCH yazıyor; Almanyalı filan değil düpedüz ALMAN.
Onlar ne kadar “Alman” ise, ben herhalde ondan fazla “Türk”üm.
Devlet -eskiden olduğu gibi- farklı etnik kimlikleri inkâr yahut bastırma yoluna gitseydi benim tavrım da farklı olurdu.
Rabbimize şükür ki günümüz Türkiye’si ‘Kürt, Çerkes, Laz, Gürcü, Arnavut, Boşnak vs, vs, vs, yok; herkes Türk ve yalnızca Türk’ anlayışının hâkim olduğu Türkiye değil.
Kürtlere “Size Kürt diyenin yüzüne tükürün!” diye seslenen Cemal Gürsel gibi devlet adamları kalmadı artık.
Tek parti diktatörlüğünün adalet (!) bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt’un “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı” hezeyanı zaten tarihin çöp tenekesinde çürüyüp gitti.
Şovenizmi ihya etmeye çalışanlar varsa da bugünkü devlet ricali ve ana akım siyasetçileri “Türk, Kürt, Laz, Çerkes vesaire; hepimiz…” diye konuşuyor.
Bütün vatandaşları kastederek “Türk Milleti” de diyorlar ama etnik farklılıkları inkâra tevessül etmiyorlar.
Şöyle bir anlayış yerleşti:
Bu ülkede birçok etnik unsur var ve bunların her biri adıyla sanıyla -Türkmen’se Türkmen, Kürt’se Kürt, Arnavut’sa Arnavut olarak- muteberdir. Uluslararası teamül, pratik ihtiyaç ve alışkanlık icabı bunların cümlesini “Türk Milleti” diye anmak ırkçılık yahut totaliterlik değildir, zira bunları ayrı ayrı anmaktan da imtina edilmemektedir. Bunların her birinin kendi dilini ve kültürünü yaşatma hakkı da tanınmaktadır. “Türk”, bu ülke halkını teşkil eden insanlar arasındaki vatandaşlık bağının ifadesinden ibarettir; o manada, sadece o manada -yani modern manada- “millet”in yahut “ulus”un adıdır.
Ben bunu ulus devlet şartlarında gayet ‘ilerici’ buluyorum. (İnşaallah bir gün Dicle-Fırat havzası halkları olarak ulus devletçiliği aşar ve aramızdaki sınırları kaldırarak birleşiriz de böyle ‘formülasyonlara’ gerek kalmaz.)
Ama bu anlayış devlet idaresinde sanki öteden beri mevcutmuş, bu ülkede kafa tası ölçümlerine kadar varan bir ırkçılık furyası sanki hiç olmamış, “Türklük” sanki on yıllar boyunca zulme alet edilmemiş, farklı ırkların yok sayılması veya bastırılması -bilhassa Kürt kimliğinin ezim ezim ezilmesi- sorunu sanki hiç yaşanmamış, o furyadan geriye sanki hiç iz kalmamış, o furyanın bilinç altına işleyen acı hatırlarından ve günümüzdeki bazı somut kalıntılarından mütevellit tepkiler sanki mesnetsizmiş gibi davranamam.
Böyle bir tarihsel tecrübe yaşanmasaydı bile, “Türk benim kardeşimdir, başım gözüm üstüne ama kendim Türk değilim ve Türk olarak anılmayı münasip görmüyorum” diyen bir vatandaşıma tabii ki anlayış gösterirdim.
“İslam Milleti”nden “Osmanlı Milleti”ne geçiş bile herkes için travmasız mümkün olmamışken, “Türk Milleti”ne geçiş nasıl mümkün olsun?
Bence isteyen “Türk Milleti” desin isteyen “Türkiye Halkı” yahut “Türkiye Toplumu”, siyasetçiler ve devlet adamları da konuşmalarında bunlardan hangisini tercih ediyorlarsa onu kullansınlar; devletin anayasasında ise o veya bu tercihte bulunanları dışlamayacak “daha kapsayıcı, daha kuşatıcı” bir ifadenin kullanılması pekâlâ düşünülebilir.
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür…” şeklindeki 66’ncı maddeyi “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile ilgili esaslar dil, din, etnik köken, mezhep ve benzeri farklılıklar gözetilmeksizin kanunla düzenlenir” şeklinde değiştirmeyi teklif eden DEVA Partisi’nin ‘linçlik’ suçu (!), işte bu hassasiyeti göstermekten ibaret.
“Türk düşmanlığı” imiş bu!
Yapmayın arkadaşlar.