Yalan söylüyorsun, yalan!

Malum videoları, siyasetçiler arasındaki suçlamaları, birbirini yalancılıkla itham edenleri takip etmek tam mesaili bir iş gibi oldu. Sizin çevrenizde de var mı bilmiyorum ama etrafımda gündemin baş aktörlerinin dürüst olup olmadığı konusunda kocaman kocaman laflar edenler var. Herkes yalan makinesi kesildi, “Şunu söylerken gözünü sağa doğru eğdi, kesin yalan bu... Ellerini vücuduna yakın tutuyor konuşurken samimi olduğuna inandım” gibi yorumlara gülümsememek elde değil. Bazı medya kuruluşlarının beden dili uzmanlarının rehberliğinde güncel isimler üzerinde yalan dedektörlüğü yaptığını da görmüşsünüzdür. Keşke yalanı tespit etmek bu kadar kolay olsa. Massachusetts Üniversitesi’nden psikolog Robert S. Feldman’ın yaptığı bir araştırmaya göre insanların yüzde 60’ı 10 dakikalık bir konuşmada en az bir kez yalan söylüyor. E durum gerçekten böyleyse yalanla nasıl baş edeceğiz?

Elbette kişinin vücut dili samimiyeti konusunda ipuçları verebilir ama net bir şey söylemek mümkün değil... Hele hele ‘Karşınızdakinin yalan söylediğini nasıl anlarsınız’ tadında, çok satan kişisel gelişim kitaplarında altını koyu kalemlerle çizdikleri ‘metotlar’dan medet umanları anlamak imkansız. Kaşını kaldırışına, gözünü yana eğişine, elini kolunu tutuşuna bakıp birinin dürüst olup olmadığını anlamayı kim istemez. Ancakkk, yalancıların kendilerini ele verdiklerine inanmak istesek de bunun kesin tutarlı bir yolu yok. O zaman dürüstçe bilimin ‘yalan’ hakkında neler dediğine bakalım...

‘Gerçek’ yüzümüzde yazılı mı?

gercek.jpg

İzleyenleriniz vardır mutlaka, 2009 yılında başlayan ve üç sezon devam eden Lie To Me (Bana Yalan Söyle) diye bir dizi vardı. Büyük bir keyifle izlemiştim. Tim Roth’un canlandırdığı Dr. Carl Lightman, beden dili ve kişilerin mikro ifadeleri aracılığıyla sanıkların ya da şüphelilerin doğru söyleyip söylemediğini anlamaya çalışıyordu. Hatta itiraf edeyim, dizideki metotlarla birilerinin yalan söyleyip söylemediğini anlamaya çalışıp yüzde yüz başarısız olmuşluğum da var.

Bu dizi, duygular ve duyguların insanların yüz ifadesine nasıl etki ettiği konusundaki araştırmalarıyla tanınan ünlü ABD’li psikolog Paul Ekman’ın çalışmalarından uyarlanmış. Ekman gerçeğin yüzümüze ‘yazılı’ olduğuna inanıyor. FBI ve CIA’in çalışmalarını incelediği Ekman’a göre kızgınlık, mutluluk, üzüntü, iğrenme, korku, nefret ve şaşırma olmak üzere yedi temel yüz ifademiz var ve yüz ifadelerinin kültürel kodları yok. ABD’li psikolog insanların yüzünde 10 bine yakın mikro ifade olduğunu tespit edip ‘Yüz Hareketi Kodlama Sistemi’ni geliştirdi. Bu mikro ifadelerin yalanları tespit etmede yardımcı olduğunu iddia etti. Örneğin korkuyu ya da üzüntüyü taklit etmeye çalışırsak alnımızdaki kırışıklıklar görünmüyor ya da sahte bir gülümsemede göz kaslarımız buna eşlik etmiyor. Konuyla ilgili büyük ilgi gören bir kitap da yazan Ekman, atölye çalışmalarıyla 32 saatte yalanı tespit etmeyi de garanti ediyor!

Bu fikrin benzeri M.Ö. 900’lerden kalma bir Hint metninde de var. Metinde zehirlemeye teşebbüs eden bir kişinin yalan söylediği şöyle ifade ediliyor: Sorulara cevap vermiyor ya da kaçamak kısa yanıtlar veriyor. Ayağını yere sürüyor ve titriyor. Saçlarıyla oynuyor.

Yalan makinesi olmak öğrenilebilir

Yalanı böyle şablonlar içinden belirlemek ‘gerçek’ olsa pek güzel olurdu da işte ‘da’sı var. Ekman’ın bu popüler yaklaşımını doğrulayan tek bir çalışma yok. Almanya’daki Mainz Johannes Gutenberg Üniversitesi psikologlarından Kristina Suchotzki teorinin yetersiz olduğunu iddia ediyor. ‘Yalan’ konusunda en aktif araştırmacılardan biri olan Suchotzki kan dolaşımının yalan söylemenin bir göstergesi olabileceği fikrinin de saçma olduğunu söylüyor. Yani yalan makineleri de sınıfta kalmış görünüyor.

ABD’deki UCLA’de psikoloji profesörü olan Edward Geiselman, yalanı tespit etmenin kolay olmadığını ama birinci sınıf bir yalan makinesi olmanın öğrenilebileceğini söylüyor. Bazı önerileri ise yararlı olabilir. Geiselman yalan söyleyenlerin karşısındakini dürüstlüğüne ikna etmek için ayrıntılı açıklamalar yaptığı yönündeki yaygın inanışın doğru olmadığı görüşünde. Aksine, yalan söylediklerini düşündüğünüz bir konuda detay sorarsanız kısa cevaplarla geçiştirmeye meyilli oluyorlar. Bazen de sorulmadan anlattıklarını gerekçelendiriyorlar.

Geiselman’a göre insanlar doğru söylediğinde, kelimeler tutarlı bir hızda akma eğiliminde iken yalan söyleyenlerin konuşma hızında dramatik dalgalanmalar oluyor. Bir diğer ilginç durum da şu: Birinden hikayesini ters kronolojik sırayla anlatmasını istediğinizde zorlanıyorsa yalan söylediğini düşünebilirsiniz.

Yalan literatürünün görece güvenilir örneklerinden biri de yalan söyleyen birinin cevap vermeden soruyu tekrar etme eğilimi.

Ayrıca, zeki yalancılar nadiren tamamen uydurma bir hikaye anlatıyormuş. Yalan alimlerinin alametifarikası ‘yalanlar’ı ‘gerçek’liği olan bir hikayenin içine yerleştirmek.

Gördüğünüz gibi yalanı yakalamanın net bir reçetesi yok. Ama ‘dürüst’ olmak gerekirse içgüdülerimiz karşımızdakinin yalancı olup olmadığı konusunda hiç de fena olmayan tahminlerde bulunmamıza yardımcı olabiliyor.

O yalan bu yalan, bari biraz oyalan deyip izlemeyenlere ‘yalan’a dair bir film önerisiyle bitireyim. 2009 yapımı The Invention of Lying (Yalanın İcadı).

Hiç kimsenin yalan söylemediği bir dünyada, ‘yalan’ söylemeyi icat ederek şöhrete ve servete kavuşan bir adamın komik hikayesini izlerken eğleneceğinizi garanti ederim. Güvenin ‘doğru’ söylüyorum.

‘Sesini’ duymaktan nefret edenlerden misiniz?

Kısa bir süre önce okuduğum makale sayesinde son günlerin trendy kavramlarından biriyle ifade edersem ‘aydınlandım.’ Bir videoda ya da sesli mesajda kendi sesimi duymaktan hoşlanmıyorum. Neyse ki sesli mesaj göndermeyi de hiç sevmiyorum. Meğer yalnız değilmişim! İnsanların çoğu kendi sesini duymaktan rahatsız oluyor hatta büyük bir kısmı bundan nefret ediyormuş. Daha doğrusu çoğu kez derdimiz sesimiz değil, kayıttan duyduğumuz sesimiz.

Bedenimiz ve sesimiz arasındaki güçlü bağlantıya rağmen niye çoğumuz sesimizi duymaktan hoşlanmıyoruz? Kendi sesinden ‘hoşlanmama’ bilimsel bir fenomen. Hatta 1966 yılında buna bir isim de verilmiş, ‘sesle yüzleşme.’

Konuyla ilgili makale Washington Üniversitesi’nde kulak burun boğaz uzmanı, cerrah Neel Bhatt’e ait. Bhatt, ses sorunları olan hastaların tedavisinde uzman bir cerrah. İşi gereği hastalarının konuşmalarını kaydediyor. Doktor, hastaları kontrole geldikçe seslerini kayıt ederek seslerindeki değişiklikleri izleyebiliyor böylece de ameliyat ya da ses terapisi sonucu gösterdikleri gelişimi takip edebiliyor.

Neel Bhatt, hastalarla birlikte bu ses kayıtlarını dinlerken birçoğunun kendi seslerini duyunca irkilip rahatsız olduğunu söylüyor. Hatta bazıları kaydı dinlemeyi reddediyormuş.

Bhatt bu rahatsızlığın fizyoloji ve psikolojinin birleşiminden kaynaklandığını düşünüyor. Bir kayıttan gelen ses, konuştuğunuz zaman beyninizde üretilen sesten farklı bir şekilde duyuluyormuş. İnsanlar konuşurken seslerini daha derin ve daha zengin algılarken, kayıtları dinlerken daha ince ve daha tiz bir ses duydukları için rahatsız oluyormuş.

Kendi sesimizi duymanın rahatsız edici olmasının bir diğer nedeni de algımız ve gerçeklik arasındaki fark. Sesimiz ve duyduğumuz ses arasındaki uyumsuzluk sarsıcı olabiliyor. Bir farkına varıyoruz ki kendi kafamızdaki ‘sesimiz’ ile başkalarının duyduğu ‘sesimiz’ farklı. İşte bu yaman çelişki bizi endişelere sürüklüyor.

mesaj.jpg

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum