Metaverse anlamsız mı?
Dünyanın en ünlü giyim markaları metaverse’teki avatarlar için kıyafetler tasarlıyor, sanal gayrimenkuller satılıyor. Büyük yatırımcılar ve teknoloji şirketleri metaverse konusunda girişimlerde bulunuyor. Metaverse eğer denildiği gibi internetin geleceği olursa diye kimse geri kalmak istemiyor.
Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg geçen ekim ayında ana şirketin adını ‘Meta’ olarak değiştirmiş ve bütün oyun planını metaverse üzerine yaptığını göstermişti. Zuckerberg geçen hafta da yapay zeka odaklı süper bir bilgisayar geliştirdiğini duyurdu. İddiasına göre RSC adlı bu bilgisayar dünyanın en ‘hızlı’sı olacak. RSC, trilyonlarca örnekten öğrenebilen, yüzlerce dili anlayabilen yapay zeka modellerinin oluşturulmasını mümkün kılabilecek. Örneğin her biri farklı bir dili konuşan gruplar gerçek zamanlı sesli çevirilerle iletişim kurabilecek. İddiaya göre bu bilgisayar yaz aylarında tamamlanmış olacak.
Metaverse pek çok kişi için bir ütopya olsa da ‘anlamsız’ olduğunu düşünenlerin sayısı da az değil. PlayStation’ın babası olarak bilinen Ken Kutaragi metaverse’ü ‘düpedüz sinir bozucu’ olarak tanımlıyor. 71 yaşındaki mühendis Kutaragi Sony Interactive Entertainment’ın eski başkanı ve CEO’su. 2007 yılında şirketten ayrılana kadar PlayStation 3’e kadar olan modellerin geliştirilmesine en büyük katkıyı sağlayan isimdi. Kutaragi Bloomberg’e verdiği röportajda “Metaverse’ün amacını anlamıyorum. Kendin olmak yerine bir avatar olmayı mı tercih edersin? Bu aslında forum sitelerinden farklı değil. Bunda bir amaç göremiyorum. Bu bilim kurgudan ödünç alınan bir terimdir’ dedi.
Kutaragi, teknoloji sektöründe metaverse hakkında şüpheci yaklaşan tek isim değil. Elon Musk da metaverse’ü saçma bulanlardan biri. Mark Zuckerberg’ün eski danışmanlarından Roger McNamee Facebook’un metaverse planlarını distopya olarak tanımladı ve bunun kötü bir fikir olduğunu söyledi.
Morgan Stanley’deki analistler ise metaverse’ün sekiz trilyon dolarlık bir fırsat barındırdığını ancak insanların onu kullanmaya ilgi duymasının zor olduğu görüşünde. Ancak başta da dediğim gibi 2025 yılına kadar 80 milyar dolar değerine ulaşması beklenen metaverse şirketlerin mal ve hizmetlerini sanal alanda geliştirme konusundaki iştahlarını artırıyor.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde metaverse’ün unutulan bir kavram mı yoksa yeni varoluş biçimimiz mi olacağının şekillendiğini göreceğiz. O vakte kadar bu konuda çok şey yazar çizeriz...
DİZİLER, UZAYA GİTMEKTEN DAHA FAZLA HEYECAN VERİYOR!
Uzaydaki keşif çağı 1960’larda tarihsel bir önem taşıyordu. O dönemde iki süper güç ABD ve Rusya uzay macerasında büyük bir rekabet içindeyken halk da uzay karşısında büyük bir heyecan yaşıyordu. Bazı tarihçiler bu kozmik büyülenmeyi İkinci Dünya Savaşı ve ABD’nin Asya’daki savaşlarından sonra bir başa çıkma mekanizması olarak yorumladı. Bilim insanları şimdi de yeni bir ‘uzay çağı’nın başlangıcında olduğumuzu iddia ediyor. Bu yeni çağ, insanoğlunun 1960’larda ivme kazanan uzay macerasından sonra dev bir adım olarak kabul ediliyor.
Kısa bir süre önce uzaya fırlatılan James Webb Teleskopu, dünyadan 1,6 milyon kilometre uzaktaki yörüngesinde evrenin derinliklerine bakacak, 13,5 milyar yıldan fazla bir zaman öncesine giden olayları anlamaya çalışacak. NASA’nın Hubble Uzay Teleskopunun yeni modeli olan James Webb 10 milyar dolara mal oldu. Bu teleskop evrendeki cisimlerden gelen sinyallerden dünya dışı yaşam olup olmadığına yönelik ipuçlarını toplamaya çalışacak. Güneş sistemi dışındaki gezegenlerin atmosferlerini inceleyip oralarda yaşam potansiyeli olup olmadığını araştıracak.
Uzay araştırmalarına harcanan bütçe 2018’den 2019’a neredeyse iki katına çıktı. 2021’de de 14,5 milyar dolarlık dev bir artış oldu.
Dünyanın ‘en zenginleri’nin ‘uzay iştahı’ da malumumuz. Dünyada yatırım yapmak artık onları kesmiyor, gözleri yıldızlarda... Geçen yıl Richard Branson beş yolcuyla beraber uzayda 90 dakikalık bir yolculuk yapmıştı. Amazon’un kurucusu Jeff Bezos uzayda 10 dakikalık bir tur attı. Son olarak da Elon Musk’ın SpaceX’i dört kişilik sivil mürettebatı üç günlüğüne dünya yörüngesine gönderdi.
Rusya ve Çin ay görevi için işbirliği yapmaya hazırlanıyor. Güney Kore de NASA’nın yardımıyla ‘ay’a gitmeyi planlıyor.
Uzay serüveninde tarihi bir dönem yaşanırken ‘sıradan’ insanların ilgisi 1960’lara kıyasla çok ama çok düşük. ABD’de yapılan anketler, insanların uzaya insanlı yolculuk yapılmasını değil dünya ikliminin ve atmosferinin izlenmesini daha önemli buluyor. Pandemi yüzünden herkes evlerine hapsolmuşken milyarderlerin ‘uzay tur’ları öfkeyle karşılanıyor.
İşin tuhaf taraflarından biri de giderek sıklaşan ‘mekik fırlatma’ları izleyenlerin sayısının düzenli olarak azalması. Yeni bir Netflix, Amazon ya da Disney + dizisi uzaya giden roketlerden daha fazla heyecan veriyor.
ELEKTRİK MAVİSİ GİYDİM ÇOK NEŞELİYİM...
Zombilerden, uzaydan, metaverse’ten uzaklaşıp biraz da moda diyelim. Zencefil turuncusu, elma yeşili, elektrik mavisi, dijital mor, pembe giymezsek bu yıl biraz demode kalabilirmişiz? Moda markaları neon renklerle hayatımızı neşelendirmeyi planlıyor...
Dopamin dressing denilen bu akımın mutluluk vereceği iddiası var. Hatta bu modaya dopamin pansumanı da deniyor. Renkli giyinmek mutluluk hormonu olan dopamini artırıyorsa işimiz kolay.
İngiltere’deki Hertfordshire Üniversitesi psikoloji bölümü profesörlerinden Karen Pine’ın araştırmasına göre kendimizi iyi hissetmek için ‘giyimi’ kullanmak gerçek ve geçerli bir kavram. Pandemi sonrası parlak ve renkli kıyafetleri kucaklamak iyi bir fikir olabilirmiş gibi görünüyor...
Dopamin giyim olarak adlandırılan, parlak tonlarda ve canlı desenlerde giyinmenin psikolojik gücü 2022 ve sonrası için belirleyici bir trend olarak kabul ediliyor. Renklerin psikoloji üzerindeki etkileri uzun zamandır araştırılıyor. Örneğin mavi sakin ve mutlu hissettirirken, sarı ve turuncu da iyimserlik ve mutluluk veriyor.
Kabak, patlıcan alamıyoruz dopamin basacağız diye kıyafete ayıracak bütçe nerede diyebilirsiniz. Mutluluk bir kıyafetle artacaksa iki yünle örülen bir yelekle mutlu mesut dolaşmak da mümkün!
ZOMBİ GİBİYİZ...
‘All Of Us Are Dead/Hepimiz Ölüyüz’ son günlerin fenomen dizisi. Netflix’te 28 Ocak’ta gösterime girdikten sonra Yeni Zelanda, Fransa, Japonya ve Avustralya da dahil olmak üzere 25’ten fazla ülkede doğrudan bir numaraya yükseldi. Türkiye’de ise ikinci sırada.
Zombi (yaşayan ölüler) dizisi All Of Us Are Dead; Squid Game ve Hellbound’un ardından büyük bir başarı gösteren üçüncü Güney Kore dizisi. Senaryosunu Chun Sung-il’in yazdığı dizi bir zombi virüsü salgınında okulda mahsur kalan öğrencilerin enfekte olmadan önce verdikleri hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
Orijinal adı ‘Jigeum Uri Hakgyoneun’ olan dizi, Joo Dong-geun’un 2009-2011 yılları arasında yayınlanan aynı adlı webtoon’una dayananıyor. Burada webtoon’un ne olduğunu açıklamak için bir parantez açalım. İnternette yayınlamak için yapılan çizgi roman ve karikatürlere ‘webcomic’ deniyor. Webtoon ile webcomic aslında aynı şey ama Korelilerin tarzı farklı olduğu için webtoon olarak adlandırılıyor.
Dönelim dizimize... Aslında Z kuşağını hedef alarak çekilen diziyi her yaştan insan izliyor. Dizide sadece ‘yaşayan ölüler’ yok! Sosyal eşitsizlik, adaletsiz yönetim, zorbalık... All Of Us Are Dead, ‘lise korkuları’ndan daha fazlası olarak kabul ediliyor. Hükümetin kaotik karantina tesisleri, yetkililerin viral salgını kontrol etmeye yönelik boş çabaları siyasete de bir gönderme yapıyor.
İyi de korkunç, kanlı, tüyler ürpertici zombi film ve dizileri neden bu kadar seviliyor? Psikoloji bilimiyle ilgilenenlere göre zombiler insanlıkla yeniden bağlantı kurma özlemini temsil ediyor. İnsanlar korku şovları izlerken yaşadıkları korkunç duygulardan zevk alıyor çünkü gerçekten tehlikede olmadıklarını biliyorlar.
Tuhaf gibi gelebilir ama zombi kıyametinin alternatif gerçekliği, günlük yaşamın sosyal baskısından, stresten kaçmaya imkan veriyor. Psikologlara göre zombi kıyameti sırasında sadece az sayıda insanın hayatta kalması, izleyiciye en zor zamanlarda bile işlerin yoluna girebileceğine dair umut veriyor. İlginç!
Korku paradoksunun var olmasının nedenlerinden biri de korkunun insanlara kendilerini iyi hissettirmesi! Korku filmi izlerken savaş ya da kaç tepkisi nedeniyle fizyolojik olarak uyarılıyoruz. Araştırmalar bu uyarılmanın film bittikten sonra da devam ettiğini, gerçek hayattaki deneyimlerin ‘daha canlı’ yaşandığını ortaya koyuyor. Korku paradoksu korkuyu deneyimlemenin sembolik bir arınma içermesi olarak da yorumlanıyor. Kendini ‘dehşete’ maruz bırakmak tehlikeyle baş etme yeteneklerini geliştirmeye yardımcı olabiliyor.
Evrimsel bir perspektiften bakınca insanlar korku gibi olumsuz şeyler hakkında marazi bir meraka sahip. Çünkü tehlike ve tehdit oluşturan durumları incelemenin ve anlamanın hayatta kalmaya yararı var...
Bu hafta sonu biraz korkmak isteyenler zombilerin dünyasına dalabilir... Sonuçta baş etmemiz gereken çok şey var, biraz korkmak belki yardımcı olabilir.